Halepçe Katliamı bir
diğer adı Soykırım, Vahşet!
Kim tarafından, hangi amaçla yapıldığını, herkesin artık
bildiği bir durum…
O yüzden tarihçesine girmeyeceğim.
Ama bildiğim ve ilgilendiğim tek şey var o da; bunun adının
bir katliam ve soykırım olduğudur!
Nazi Almanya’sının lideri Adolf Hitler’in 1939-45 yılları
arasında 6 Milyon’a yakın Yahudi’yi toplama kamplarında başta ‘gaz’ odalarında
olmak üzere katlettiğini hepimiz tarih kitaplarında okuduk, biliyoruz…
Hiçbir toplum yok ki gerek dininden, gerek ırkından dolayı
katliama ya da soykırıma uğramasın.
Yahudiler, Kürtler, Türkler, Çingenler…
Katliamlar ve soykırımların büyük bölümü sözde çağdaş ve
modern Avrupa’nın göbeğinde yaşandı.
Yani yüzyıllar boyunca katliamlar, soykırımlar devam etti
durdu.
Hiroşima, Nagazaki, Srebrenitsa, Hama, Gazze, Roboski
hadiseleri insanlığın yüz karası ve utanç tablolarıdır.
Küresel sistem hala güçlüden ve zalimden yana olsa da;
halkların inanç, direniş, adalet ve özgürlük sevdaları, zalimleri ve sistemlerini
tarihin çöp sepetine yuvarlamasına kimse mani olamayacaktır.
Katliamı kim yaparsa yapsın, ırk, mezhep ayırımı gözeterek
olsa insanlık suçudur!
Tarih önünde yargılanması gerekir.
Nitekim Halepçe’de de kıyım, katliam, vahşet yaşandı.
Tarihler 16 Mart 1988 yılını gösterdiğinde, uçaktan atılan
‘elma’ kokulu gaz ile 0-70 yaş arası on binlerce Kürt katledildi.
“6 bin 357 kişi zehirlenerek ya da yanarak öldü,
14 bin 765 kişi ağır derecede yaralandı.
Bu kimyasal saldırı, günümüze yani bugüne kadar
43 bin 753 kişinin ölümüne,
61 bin 200 kişinin de sakat kalmasına sebep oldu”
Katliam gününde Halepçe’yi ziyaret eden bir gazetecinin anı
defterinde, o günün ne olduğuna hep birlikte bir kez daha tanıklık edelim;
“Halepçe’ye yapılan kimyasal silahlı saldırı sonucunda
ortaya çıkan görüntü, hayatımda gördüğüm en kötü görüntüydü. Sokaklar, duvar
dipleri kıvrılmış cesetlerle doluydu.
Yakından baktığımda çoğunun birini korumaya çalışırken
öldüğünü gördüm. Korumaya çalıştıkları bebekleri, çocukları ya da eşleri de ölmüştü.
Saddam Hüseyin’in askerlerinin Halepçe’nin Kürt nüfusuna
ders vermek için rastgele attıkları sinir gazlarından korunmanın yolu yoktu.
Daha önce İran-Irak savaşı sırasında askerlere karşı
kullanılan kimyasal silah saldırısı sonucunda ortaya çıkan dehşetli manzaraya
tanık olmuştum. Ama bu sinsi, zalim gazların savunmasız kadın, erkek ve
çocukları ne hale soktuğunu görmek daha kötüydü.
Irak hava kuvvetlerinin bıraktığı bu gaz bombaları ani etki
göstermişti. Bu bombalardan birinin düştüğü bir odada yemek yeniliyordu.
Herkes ölmüştü; ama her şeyin bir-iki saniye içinde
gerçekleştiği belliydi. Yaşlı bir adam ekmeğini ısırırken ölmüştü. Bir
başkasının ise gülümsemesi sanki bir fıkranın ortasında asılı kalmıştı.
Diğerlerini ise yavaş ve acılı bir ölüm bulmuştu.
Vücudu neredeyse bir çember gibi kıvrılmış, başı ayaklarına
değen bir kadın görmüştüm. Giysileri kan ve kusmukla kaplı, yüzü dayanılmaz bir
acıyla buruşmuştu”
Ama ne yapılırsa
yapılsın, hangi baskıyı yaparsanız, hangi zulmü yaparsanız yapın; isterseniz
katliam ve hatta soykırım yapıp, “kökünü kazımayı” aklınızdan geçirin;
unutulmuyor!
Unutturamıyorsunuz!