Gerçeküstü bir mekan havasında olan Diyarbakır Kültür Evi’nin dışında gerçek Diyarbakır var. Diyarbakır Kültür Evi, yerle yeksan edilmiş ve hâlâ yasaklı olan 6 mahalleye komşu. Mekanın kapısında bekleyen Anıl Aksu, “Bugün bomba patlasa yarın hayat devam eder. Böyle olmak zorunda. Yarın bize ne olacak diye düşünürsek hiçbir şey yapamayız” diyor.
Ulu Cami’nin önündeki meydanda daha önce haberlerini yaptığım genç müzisyenlerle karşılaşıyorum. Gitarları omuzlarında bekliyorlar. “Zabıtayı kolluyoruz abi” diyorlar. Zabıta, çay ocağının kursilerini meydanın aşağısına çektirmekle meşgul. Buradan ayrılırlarsa Aliş ile Umut müzik yapacaklar. Ayaküstü konuşurken bir adamla kadın geliyor, yanlarında 5 yaşlarında oğullarıyla. Küçük çocuk meğer Aliş ile Umut’un hayranıymış. Anne babasını ikna ettiği her fırsatta Ulu Cami meydanına gelip dinliyormuş onları. Annesi, “Onlarınkine benzer gömlek aldırdı bize” diyor. Evde kendi kendine gitar da çalmaya çalışıyormuş. Çocuk Aliş ve Umut’la anlaşıyor, bir dahaki gelişinde gitarını da getirecek, onlarla birlikte çalacak. Grup Hêvî’nin yeni elemanı olmaya aday çocukla zabıtayı kollayan sokak müzisyenlerini meydanda bırakıp Ahmed Arif Müzesi’ne doğru gidiyorum. Bu eski Diyarbakır evleri dışarının seslerinin evin avlusuna ulaşmasına izin vermiyor. Bu nedenle avludaki ağacın altına dizilmiş banklarda oturmak müthiş bir dinginliğe ve nereden geldiği belli olmayan bir huzur duygusuna neden oluyor. Suriçi’nin yıkılma tehlikesi altındaki mahallelerinde dolaşmak ise bambaşka duygulara sürüklüyor insanı. O dar sokakların, yaşama biçiminin ve seslerin bir gün Diyarbakır’dan eksileceği bilgisi tuhaf bir tedirginliğe neden oluyor. İnsan daha adım atarken kopmak, arkasını dönüp gitmek istemiyor bu mahallelerden.
DİYARBAKIR’IN MEKÂNLARI
Tâ uzaktan geliyor müzik sesi. Sesin Diyarbakır Kültür Evi’nden geldiğini tahmin ediyorum. Tam adı, Diyarbakır Kültür Turizm ve Musiki Derneği. Çünkü sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar henüz bitmişken de defalarca geçmiştim buradan ve her defasında yüksek sesle müzik çalınıyordu. O zaman da şaşırtmıştı beni bu müzik sesi. Çünkü 100 günden uzun süren sokağa çıkma yasağı, çatışmalar, ölüm haberleri aslında bütün şehri içinden nasıl çıkılacağı bilinmeyen bir sıkıntının içine sürüklemişti. Ama Diyarbakır Kültür Evi, bütün bu sıkıntılara itiraz eder gibiydi. Sese doğru giderken, Diyarbakır Kültür Evi’nin tam karşısında Kastal Kafe’yi gördüm. Şükrü Efendi Konağı’nı restore edildikten sonra kafe olarak hizmete açılmıştı. Bu mekanla ilgili güzel şeyler duymuş ancak daha önce hiç uğramamıştım. Geniş avlusundaki masaların dip dibe olmaması ve sakinliği güzeldi. Bir çay içimi oturabildim Kastal Kafe’de. Çünkü Diyarbakır Kültür Evi’nden yükselen müzik halaya dönmüş, kadınların zılgıtları Kastal Kafe’nin avlusunu doldurmaya başlamıştı. Müzik ve zılgıtlar, danstan, halaydan uzak benim için davetkar değildi elbette. Ama orada neler oluyor merakının önüne geçmek de mümkün değildi. Kapıda bir çeşit bodyguard görevi üstlenmiş bir genç vardı. Beni içeriye girebilecek nitelikte bulmuş olmalı, soru sormadan içeri aldı.
“HELE NİNNO OLASAN”
“Hele ninno olasan/Allah’ından bulasan/Eğer anay vermezse/ Evde bekar kalasan” türküsünün içinde buluyorum kendimi. Bir köşede müzisyenler var güçleriyle çalıp söylüyorlar, onları dinlemek için dar avluyu doldurmuş insanlar da onlara eşlik ediyor. Yerine duramayıp çifte telli ile eşlik edenler de vardı. Oturacak yer yok. Garsonlardan biri, müzisyenlerin dibinde, sobanın yanına bir kursi koyuyor, beni oraya davet ediyor. “Aradan sonra çıkanlar olur, sizi boş yere alırım” diyor. Arkadaki dinleyici kalabalığına arkam dönük. Müzisyenler, çalıp söylemeye ara vermeden beni yani yeni gelmiş misafirlerini başlarıyla selamlıyorlar. Birinin önünde çiğ köfte tezgahı var. Çiğ köfte yoğurmadığı ya da servis etmediği zaman def çalıyor. Çiğ köfte yoğurmak bir güç ister ve belki bu nedenle ne zaman çiğ köfte yoğuran birini tahayyül etsem, cüsseli bir adam canlanıyor aklımda. Karşımdaki adam tam da tahayyül ettiğim gibiydi. Yaptığı işten, hem çiğ köfte yoğurmaktan hem de usulca def çalmaktan oldukça mutlu olduğu her halinden belliydi.
DÜĞÜN YERİ GİBİ
Bir süre sonra müzisyenler ara veriyor. Bazı masalar boşalıyor. Garson üst katta boşalan bir masaya davet ediyor beni. Ben yerime yerleşmişken, bana sormadan derin bir tabak içinde patlamış mısır getiriyor. Yiyecek başka ne var acaba? “Çiğ köfte, tost, gözleme” diye sıralıyor garson. “Buranın konsepti budur herhalde” diyerek mısıra itiraz etmeden içmek için çay istiyorum. Yukarıdan aşağıdaki insanlara bakma imkanım oluyor. Türbanlısı da var başı açık olanı da, genci de var yaşlısı da. Çocuklar da var ve onlar, bir düğün yerine gelmiş gibi kendi başlarına eğleniyor, eski Diyarbakır evinin iki katı arasında koşturup duruyorlar. On beş dakika kadar sonra müzik yeniden başlıyor. Oturduğum yerden sadece def çalan müzisyen/çiğ köfteciyi görebiliyorum. Müzisyenler ağır türkülerle giriş yapıyorlar. Ve beklendiği birkaç türküden sonra halay müziği başlıyor. Az önce ağır türkülerle efkarlanan dinleyiciler halaya duruyorlar. Avlu dar geliyor halay çekenlere. Müzisyenlerin Kürtçe şarkılar çalarken şarkıların sözlerini söylemedikleri dikkatimi çekiyor. Örneğin Şivan Perwer’in ünlü şarkısı Leyla da sözsüz icra edildi. Ama bunun önemi yoktu halay çekenler için ki hiç üstünde durmadan halaya devam ettiler.
“HAYAT DEVAM EDİYOR”
Müzisyenlerin ara vermesini fırsat bulup dışarı çıkıyorum. Kapıda bir çeşit bodyguard görevi üstlenmiş genç, “Yine bekleriz” diyor. Ama hemen gitmiyorum, bu gerçeküstü mekanla ilgili birkaç soru sormalıyım. Kapıdaki genç adının Anıl Aksu olduğunu söylüyor. Aksu soyadı, bir dönem İçişleri Bakanlığı yapan Abdülkadir Aksu’yu çağrıştırıyor bana. Yanılmamışım, “Babamla akrabalar” diyor Anıl. Gün ortasında düğün eğlencesi ya da bir çeşit sıra gecesi düzenleyen derneğin başkanı ise Anıl’ın babasıymış. “Hafta sonu kalabalık olduğu için babam pek durmuyor burada, ama annem içeride, müşterilerle ilgileniyor” diyor Anıl. Dediğine göre burası açılalı 4 yıl olmuş. Açıldıktan kısa bir süre sonra sokağa çıkma yasaklarının başladığı anlaşılıyor. “O zaman kapattık, yan tarafta bomba patlarken açamazdık burayı” diyor Anıl, “Evde geceleri ağlıyordum.” İçeri girenler, içeriden çıkanlar oluyor. Anıl, yarın için rezervasyon isteyen birinin telefonuna cevap veriyor. Cumartesi ve Pazar günleri mekanın kalabalık günleri oluyor. Hafta içi daha sakin olan mekanda her gün saat 2’den 6’ya kadar müzik var. Anıl Aksu, “Bu şehir her şeyi kaldırır. Bugün bomba patlasa yarın hayat devam eder. Böyle olmak zorunda. Yarın bize ne olacak diye düşünürsek hiçbir şey yapamayız” diyor. Gerçeküstü bir mekan havasında olan Diyarbakır Kültür Evi’nin dışında ise gerçek Diyarbakır var. Diyarbakır Kültür Evi, yerle yeksan edilmiş ve hâlâ yasaklı olan 6 mahalleye komşu. Arka tarafta ise kentsel dönüşüm projesi ile yıkılan Lalebey ile Ali Paşa mahallesi var.
Kaynak: (Vecdi Erbay’in haberi Yenigün Gazetesi)