Diyarbakır, Konya ve Gaziantep’in şu an Koronavirüs salgınının yeni merkezleri olarak görüldüğünü ifade eden Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Alper Şener, salgınla mücadelede toplum olarak 3 K’ya (Kapalı, kalabalık ve kontak riskinin yüksek olduğu alanlara) karşı dikkat edilmesi gerektiğini vurguladı. Şener, salgının Yeniden yoğunlaşacağı tarih olarak ise Kasım ayını düşndüğünün altını çizerek, “Çünkü o dönem aynı zamanda grip ve üst solunum yolu enfeksiyonlarının tamamının aktif hale gelecek ve Covid-19 ile karışacak” dedi
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Alper Şener, Covid-19 salgınıyla ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu. Şener, kimin enfekte olduğunu kimin olmadığını tespit etmenin oldukça zorlaştığını söyledi. Dünya genelinde maskelerle ilgili yapılan tartışmalara açıklık getiren Şener, “Türkiye’de ve dünyada maske ile ilgili olan tartışmaların temelindeki en önemli noktalardan biri, virüsün başlangıçta solunum yoluyla mı yoksa damlacık yoluyla mı bulaştığı konusundaydı. Çünkü damlacık yoluyla bulaşan enfeksiyonlarda maske, bulaşı çok belirgin bir şekilde önlemezken, solunum yolu ile bulaşan enfeksiyonlarda maske bariyer bir önlem olarak çok etkilidir. Maskenin bariyer etkisi enfekte olan kişilerin takması ile meydana gelmektedir. Ancak bu noktada karşımıza kimin gerçekten enfekte olduğu kimin olmadığı şeklinde bir sorun çıkmaktadır. Yani tanıya giden yolda bazı sorunlar var. Neden? Boğaz testi olarak ifade ettiğimiz test ile virüsün boğazda olup olmadığının ortaya çıkarılması gerekmektedir” dedi.
‘KİMİN ENFEKTE OLDUĞU, KİMİN OLMADIĞINI TESPİT ETMEK OLDUKÇA ZORLAŞTI’
Konuşmasının devamında Şener, “Tanı konulan kişinin de maske takması gerekiyor. Ancak burada PCR testinin duyarlılığı ile ilgili bir sorun çıktı. Örneğin, dünya genelinde PCR testinin test pozitif oranı yüzde 15, bu da yüzde 85 oranında yakalayamadığı anlamına gelmektedir. Bundan dolayı kimin enfekte olduğu, kimin olmadığını tespit etmek oldukça zorlaştı ve bu nedenle de herkesin maske takması şeklinde bir çözüme gidildi. Bu stratejik olarak doğru bir hamle ancak sağlık politikası açısından sıkıntılı bir süreç. Tabi bu sadece Türkiye’ye has bir sıkıntı değil bütün dünya bu sıkıntıyı yaşıyor. Zorunlu maske uygulamasının çok uzun süre devam etmesi mümkün değil. Maskenin aslında açık alanda takılmasının reel olarak çok faydası yok. Maskenin koruyucu etkisi ancak kapalı alanlarda takılması ile oluşmaktadır.” ifadelerini kullandı.
‘COVİD-19’UN BİZİM YAKALAYAMADIĞIMIZ KENDİNE AİT DİNAMİKLERİ VAR’
Şener, “Türkiye’nin Koronavirüs sürecinde eleştirildiği nokta; aralıklı açma-kapama yapmasıydı. Yani haftanın belli günlerinde sokağa çıkma kısıtlaması getirdi ve bu şekilde hem hasta olduğunu bilmeyen hem hastalığa duyarlı 65 yaş üstünü hem de taşıyıcı olabilecek 20 yaş altının dolaşımını kısıtladı. Bu aralıklı açma-kapama modelleri arasında değişik değişik yapılmış çalışmalar var. Eleştirenler, ‘Aralıklı değil de 14 gün boyunca komple kapatsaydık acaba hasta sayımız daha mı az olurdu?’ diyorlar ama öyle olmuyor. Başka hastalıklarda bu düşünülebilir ancak Covid-19’da böyle olmuyor. Çünkü Covid-19’un kendine ait bizim yakalayamadığımız dinamikleri var. Türkiye’nin aralıklı kapatma yöntemi dünyaya da bir model olarak sunuldu. Covid-19 ile ilgili bilinmesi gereken önemli bir konu var. Bu virüs kendine has özelliklerinden dolayı yayılımı durdurulabilir ancak engellenmesi mümkün değil. Engelleyebilmek için Çin’in baştan yaptığı her yeri kapatma yöntemini uygulamanız gerekir. Onlar dahi bunu yaparak 120 günde ancak kontrol altına alabildiler ancak sıfırlayamadılar.” şeklinde konuştu.
‘OKULLARIN AÇILMASI KORONAVİRÜS’ÜN ARTIŞINA NEDEN OLABİLİR’
2020-2021 eğitim öğretimde yüz yüze yapılacak olan eğitimi değerlendiren Şener, “Okulların açılması Koronavirüs’ün artışına neden olabilir. Bu Avrupa’nın bazı ülkelerinde yaşandı. Örneğin, Almanya okulları çok erken bir tarihte açtı. Ancak belli eyaletlerde salgının yayıldığı görülünce, yoğun bakım hasta sayısında artış olunca, belli eyaletlerde kısıtlamaya yani aralıklı eğitime geçti. Türkiye de muhtemelen bu yöntemi uygulayacaktır. Çünkü Türkiye’nin okullardaki eğitim için belirlemiş olduğu kriterlerin şu an ki okullar tarafından karşılanması mümkün değil. Örneğin, öğrenci başına 4 metrekare olarak belirlenen alan kuralının okulların fiziki şartları düşünüldüğünde sağlanması mümkün değil” dedi.
‘KONYA, GAZİANTEP, DİYARBAKIR SALGININ YENİ MERKEZLER’
Salgınla mücadelede Türkiye olarak iyi durumda olunduğunun altını çizen Şener, konuşmasının devamında şunları aktardı: “Turizm tesisleri Covid-19 önlemlerine ciddi bir önem gösteriyor. Ben turizmden dolayı bir sıkıntı olacağını düşünmüyorum ve sahada da buna rastlamadım. Tabi turizmin başka bir boyutu var. Çünkü Akdeniz ülkesiyiz. Turizm ciddi bir gelir kaynağımız. Hatta dipnot olarak şunu söyleyebilirim, Akdeniz ve Ege bölgesinin güneyi salgının en az olduğu bölge olarak görünmektedir. Ancak Türkiye’nin geneline baktığımızda iyi durumda değiliz. Salgının merkezi değişmiş görünüyor. Konya, Gaziantep, Diyarbakır şu an salgının yeni merkezleri olarak görünüyor. Salgının yeniden yoğunlaşacağı tarih olarak ben Kasım ayını düşünüyorum. Çünkü o dönem aynı zamanda grip ve üst solunum yolu enfeksiyonlarının tamamının aktif hale gelecek ve Covid-19 ile karışacak.”
‘MASKE, MESAFE VE EL HİJYENİ OLMAZSA OLMAZ 3 KURALIMIZ OLMALIDIR’
Şener, “Toplum olarak maske, mesafe ve el hijyeni kuralı bizim olmazsa olmazımız olmalıdır. Peki bunlara özellikle dikkat edilmesi gereken alanlar nereler? Toplum olarak özellikle 3 K’ya çok dikkat etmeliyiz. Yani kapalı alan, kalabalık alan ve kontak riskinin yüksek olduğu alan. Örneğin, metro, otobüs, asansör gibi yerler. Son olarak şunu belirtmek istiyorum, Covid-19 cansız yüzeylerden bulaşmıyor. Bununla ilgili hiçbir veriye ulaşılamadı.” diyerek konuşmasını sonlandırdı. (İLKHA)