Ulucami kilise midir, değil midir? soruları uzunca bir süreden beridir gündemde sıcaklığını koruyan önemli sorulardan biri. Diyarbakır’ın nedir yetiştirdiği sevdalısı araştırmacı, yazar Mehmet Ali Abakay, Ulucami ile ilgili geniş çaplı çalışmasını basın ile paylaştı. Abakay, seyyah olarak bilinen Nasır-ı Husrev’in Sefer-nâme isimli eserinde Ulucami ile ilgili açıklayıcı önemli detaylara değindiğine vurgu yaptı. İç Kale Kilisesine de dikkat çeken Abakay, bu tarz ikilem içinde kalan insanların, Müslümanlardan önce Hıristiyanların çoğunlukta olduğu kentte, her yapıya kilise demesini kolaylaştırdığını belirtiyor.
Diyarbakır’ın sembolleri arasında yer alan ve turistlerin vazgeçilmez uğrak yerlerinden olan tarihi Ulucami ile ilgili söylentiler dur durak bilmiyor. Kimileri ulucaminin bir kiliseden çevrildiğini, kimileri kenarında bir kilesinin olduğu rivayetlerinde bulunurken, Diyarbakır’ın nadir yetiştirdiği memleket sevdalısı araştırmacı, yazar Mehmet Ali Abakay, yaptığı çalışmaları paylaştı.
Abakay, gerek ulucami, gerekse de İç Kale kilisesine yer verdiği çalışmasını bizlerle paylaştı. Abakay çalışmasında merak edilen konulara yer verdi.
‘ULUCAMİ CAMİ Mİ, KİLİSE Mİ?’
“Ulu Camiî Yapı Manzumesi’ni kilise –katedral olarak gören anlayış, şehrin Müslümanlarca alınmasından sonra daima bu tezi işlemiştir. İyi bir seyyah olan, aynı zamanda ehl-î tarîk, mezheb imamı olarak bilinen Nasır-ı Husrev’in Sefer-nâme isimli eserinde Ulu Camiî yakınında bulunan bir kiliseden bahsetmesi, Mesudiye Medresesi’ne gözleri çevirtmektedir. Üç katlı, iki yüz taş sütuna sahip yapının ancak yıkıldıktan sonra inşâsına izin veren Roma Yönetimi, yapının camiî olarak inşâsı için zorluk çıkartmazken, Mesudiye Medresesi için çeyrek asrı geçen bir zamanda ayak diretmesi, küçük bir yapı olan Medrese için akla Mar Toma Kilisesi’ni getirir. Ashab-ı Kehf’in merkezi olarak işaret ettiğimiz Diyarbakır’da bu Merkezî Yönetim Sarayı’nda yetenekli, asîl ve güçlü gençlerin komutan olarak yetiştirilmek istenişi ve kendisini “İlah” olarak kabul etmek isteyen Dakyanos’a karşı çıkışları bilinmektedir. Dakyanos Saltanatı sonrası yapının yıkıldığı göz önüne alınırsa, Saray’ın yerine yeni bir yapının inşâsı söz konusudur ve bir mabedin inşâsı bilinmektedir. Katedral-kilise denilen yapı’nın, daha önce değişik inançlara merkez oluşu bilinmektedir ve bu yapı topluluğu içinde Mesudiye Medresesi’ne girerken sol tarafta kalan, geniş ve yüksek alanda, medresenin diğer üç tarafında olduğu gibi bir inşâ görülmemektedir. Belki de bu kilisenin Ashab-ı Kehf’le ilişkisi ve görülen mucizeye saygıdır.”
‘SARNIÇ YAPISI 2011’DE ORTAYA ÇIKMIŞ’
“Çok defa belirttiğimiz Ulu Camiî altındaki mahzenlerin en büyüğü, Mesudiye Medresesi altında olanıdır. Burada bulunan bu mahzen, sarnıç yapısı, 2011’de yapılan çalışmalarda ortaya çıkartılmıştır. Zaten Osmanlılar Dönemi’nde Şadırvan ile Hanefî Bölümü arasındaki avlu altında bir kar depolama alanının bulunduğu, yaz aylarında buradan alınan buzlaşmış karın, yoksul insanların soğuk su ihtiyacının karşılanması için ücretsiz dağıtılması bilinmektedir. Bunun da Padişah Fermanı ile tescil edildiği, Hanefî Bölümü’nde Şadırvan’a bakan yönde kitabenin varlığı doğrulamaktadır. Bu sebeple, Melikşah’ın inşâ ettirdiği ve ardıllarının şekillendirdiği yapı, önceki yapıdan farklıdır. Altta bulunan yapının üzerine inşâ edildiği bilinen yeni yapı için katedral-kilise yaklaşımı, Evliya Çelebî kaynak gösterilerek minarenin “Çan Kulesi” olduğu ifadesi, Şam’daki “Emevîye Camii” modeli örnek alınarak yapı inşâ edildiği için, akla gelen katedral-kilise mührü, belirttiğimiz doğruluğu gölge altında kalın bir sis tabakasıyla örtmektedir. Yanlış bilinen doğrular (!) sebebiyle, belirttiğimiz birçok husus araştırma yaptığını iddia edenler tarafından bile bazen kabul edilmemektedir.”
‘İÇ KALE KİLİSESİ’
“Bu tarz ikilem içinde kalan insanın, Müslümanlardan önce Hıristiyanların çoğunlukta olduğu kentte, her yapıya kilise demesini kolaylaştırmaktadır. İç Kale’de Saint George olarak isimlendirilen yapının, Roma Dönemi’nde M. S. 200’de yapıldığı kabul görmekte iken, aynı isimle anılması dikkat çekicidir. Önceleri “Nasturî Kilisesi” denilip, sonradan Nasturî Mezhebi’nin Diyarbakır’da tarihin hiçbir döneminde ağırlığının bulunmadığı ortaya çıkınca, Saint George’ye dönüşen yapı, İç Kale’de mevcudiyeti bilinen esas şehir yönetim merkezi’nin dikkate alınmadığını göstermektedir. Bizim bu alanda yayınlanmış makalelerimizde bu iki yapının Fis Kayası’na yönelen kısmında yapının devamına dair bölümler olduğunu belirtmemiz, ancak kazıların yapılmasından sonra doğruluk kazanmıştır. Burası, şehir en eski yönetim merkezidir. Kuşatmalar göz önünde bulundurularak ve değişik zamanlarda tehlikeli bir hal alan savaşlarda can güvenliği göz önünde bulundurulacak olmalı ki Yığma Tepe’de Artukluların bir saray yapma fikri doğmuştur. Belki de mevcut yapının üzerinde saray inşa edilmiştir. Bu sarayın varlığı kaynaklarda yer almasına rağmen, yıkılmasından sonra bilinmezlik söz konusudur. Ancak bir su deposunun inşâ edilme davranışı ile kazılar yapılmış, bu saray ortaya çıkartılmıştır. Biz, bu yapının Roma Dönemi olduğunu, kaynaklara dayanarak belirtiyoruz, Karacadağ Mecmuası’nda konu hakkında iki makale yayınlayan Süleyman Savcı, Artukluların hamam olarak kullandıkları, günümüzde tavanı çökmüş yapıdan detaylı biçimde bahseder. Bu iki yapının işlemeleri ve bulundukları konum dar bir alanda olduğu için, ibadethaneye çevrilmesi de garipsenir. Çünkü zor zamanlarda, kuşatmalarda hükümet erkine sahip olanlar, İç Kale’ye çekilir. İç Kale’ye savunma amaçlı çekilenlerin sayısı, erzak depoları, askerlerin sayısı, hükümdar ailesi ve diğer yöneticilerin mevcudu, halk için İç Kale, oldukça sınırlı sayıda bir topluluğu içine almaktadır. Bu dar saha içinde oldukça yer kaplayan yapı topluluğunu ne kilise olarak adlandırabiliriz ne de camii olarak kullanımından söz edebiliriz.” (Ahmet BEŞENK’in Haberi)