Diyarbakır’da CHP iktidarının olduğu tek parti döneminde Cumhuriyetin yeni kimlik inşa süreci başta siyaset kurumu olmak üzere, Umumi Müfettişlikler, zorunlu iskan ve sürgün gibi demografik müdahaleler ile zorunlu eğitim, Türk Ocakları, Millet Mektepleri ve Halk Evleri’nin çalışmalarıyla gerçekleştirilmekteydi.
Diyarbakır’da CHP iktidarda olduğu tek parti yıllarında yeni kimlik inşası kurumlar aracılığı ile hayata geçiriliyordu. Kent merkezinde eşraftan sayılanlar ve yeni kimlik inşasının uygulanmasına gönüllü olan tanınmış aileler hem CHP’ye üye yaptırılarak hem de bu kurumlara yerleştirilerek kimlik inşası yönünde bu ailelerin öncü olması isteniyordu.1920’lerin başında yerel basında ve Diyarbakır’da kurulan bu tür ocak, dernek gibi kurumlarda bunun örneklerine oldukça rastlanmaktaydı.
Ancak Şeyh Said isyanı sonrasında CHP, parti olarak tümden Diyarbakır’dan çekilerek, yönetim bir anlamda Umumi Müfettişliklere ve Halk Evleri ile Türk Ocakları’na bıraktı. Artık bu kurumların hazırladığı raporlar, öneriler hayata geçiriliyordu. Atama yöntemiyle yapılan milletvekili seçimlerinde de Diyarbakırlı olmayanlar Diyarbakır Milletvekili olarak TBMM’de temsil ediliyordu. Bu uygulama, Demokrat Parti’nin ortaya çıkışı ve CHP’nin kendine ciddi rakip olmasına kadar devam etti.
OCAKLAR VE DERNEKLER ÖNEMLİ YER OYNADI
Diyarbakır’da CHP iktidarının olduğu tek parti döneminde Cumhuriyetin yeni kimlik inşa süreci başta siyaset kurumu olmak üzere, Umumi Müfettişlikler, zorunlu iskan ve sürgün gibi demografik müdahaleler ile zorunlu eğitim, Türk Ocakları, Millet Mektepleri ve Halk Evleri’nin çalışmalarıyla gerçekleştirilmekteydi. Buna ek olarak Cumhuriyet, yeni kimlik inşasında mimarlığı bir ideolojik aygıt olarak kullanarak bölgedeki ulaşım ve yeni imar çalışmalarıyla bir taraftan mekanın ulusallaşmasını, diğer taraftan ise devletin kontrolünde olmasını amaçlamaktaydı.
BÜYÜK AİLELERİN PARTİ REKABETİ
Tek parti döneminde yeni ulusal kimliğin inşasında siyasal katılımın öneminin farkına varan yeni kimlik inşasının ideologları, bu gerçeklikten hareketle buna önem veriyorlardı. Diyarbakır’da milletvekili genel seçimleri, CHP ile DP’nin Diyarbakır’da örgütlenmesi, rekabeti, mezkûr partilerin Diyarbakır politikaları ile bu süreçte Diyarbakır’ın nüfuzlu aileleri arasında yaşanan çekişme ve çatışmalar, yeni kimliğin inşasında büyük ve önemli bir yer tutmaktaydı.
NÜFUZLU AİLELERİN İKTİDARA YARANMA HIRSI
CHP teşkilatındaki söz konusu çekişme ve çatışmalar, neredeyse taşradaki parti örgütlerinin tamamında yaşanmaktaydı. Taşrada CHP, her ne kadar parti yönetiminde yerel anlamda nüfuzlu ve zengin kişiler/ailelerden oluşsa da, rakip çıkar gruplarının ve nüfuzlu kişilerin/ailelerin yönetime gelmek için birbiriyle güç ve çıkar rekabetine girdiği bir yapılanma arz etmekteydi. Bununla birlikte toplumun daha alt kesimlerinin farklı grupların bünyelerinde ve farklı saiklerle bu rekabete eklemlendiği; parti üzerinde sürekli bir çatışmanın sürdüğü bir mücadele ve rekabet alanı demekti.
TAŞRADA NÜFUZLU AİLELERE AYRICALIKLAR TANINIYORDU
Bunun yanında dikkat çeken diğer bir husus ise tek parti döneminde iktidarı elinde bulunduran siyasal erk ile taşranın nüfuzlu aileleri/eşrafı arasındaki ilişkidir. Söz konusu dönemde hükümetin taşrada iktisadi, toplumsal ve siyasal değişiklik yapmaktan ziyade, yerel eşrafın Kemalist reformlara karşı çıkmamaları koşuluyla onların ayrıcalıklarını korumalarına göz yumduğu görülmektedir. Daha açık bir biçimde belirtmek gerekirse, taşradaki yerel eşrafın Kemalist reformları desteklemesine karşılık, Kemalistler de onların toprak, konum ve yerel etkilerini sürdürmelerini sağlamaktaydı.
EŞRAF, ASİMİLEYİ DESTEKLİYORDU
Yöresel eşrafın desteği, taşrada düzenin sürdürülmesi ve merkez liderliğin çabalarını Batılılaşma programı üzerinde yoğunlaştırabilmesinin sağlanması bakımından yararlı görünüyordu. Buna karşılık, eşraf da, kendi temel çıkarlarına ve yöresel iktidarlarına dokunmayan böyle bir programa karşı çıkma gereğini duymamışlardır. Hatta merkezin güçlenmesi, bir bakıma, merkezle işbirliği halinde bulunan eşrafın iktidarını azaltmamış, arttırmıştır.
BÜYÜK AİLELERİN YÖRESEL NÜFUZUNA DOKUNULMADI
Böylece iki sosyal grup arasında yazıya dökülmemiş bir ittifak ortaya çıkıyordu. Taşra eşrafı ulusal elitin modernleşme çabalarına muhalefet etmemiş, buna karşılık ulusal elit de, taşra eşrafının toprak mülkiyetine, sosyal statüsüne ve yöresel nüfuzuna dokunmamıştır. Tek parti döneminde CHP’nin Diyarbakır teşkilatında, il eşrafından ve yerel nüfuzu olan Pirinççizade, Tigrel ve Uluğ gibi aileler yer almaktaydı.
ŞEYH SAİT İSYANINDAN SONRA PARTİ TEŞKİLATLARI KAPATILDI
Mezkûr ailelerin fertleri hem genel hem de mahalli seçimlerde boy göstermekteydi. Bu durum, Diyarbakır örneğinde Kemalistlerin yerel nüfuzlu eşrafla olan ilişkilerini ortaya koyması bakımından kayda değerdir. 1923 yılında Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin devamı olarak kurulan CHP, 1925 Şeyh Said ayaklanmasından sonra bölgede birçok ilde mevcut teşkilatlarını kapattı ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar söz konusu vilayetlerde parti teşkilatı açmadı.
BÖLGE UMUMİ MÜFETTİŞLİK VE HALK EVLERİ İLE YÖNETİLDİ
Bu sürede bölge illerini Umumi Müfettişlik ve Halk Evleri ile yöneten CHP, uyguladığı iki dereceli seçim sistemi ve milletvekillerinin merkezden “seçilmesi” usulüyle bölge halkına yerel siyaset kanallarını tamamen kapattı. CHP, 1944’te parti içi muhalefetin artmasıyla bölgede teşkilatlanmaya önem vererek, 16 Eylül 1944 tarihinde Diyarbakır’da yeniden teşkilatlandı. CHP’nin Diyarbakır teşkilatında Tigrel, Uluğ ve Pirinççizade gibi nüfuzlu aileler etkili oldu.
DEMOKRAT PARTİ ÖRGÜTLENMEYE BAŞLADI
7 Ocak 1946 tarihinde Türk siyasal hayatına giren Demokrat parti (DP), kuruluşundan yedi ay sonra, CHP’nin tüm engellerine rağmen, 10 Temmuz 1946’da Diyarbakır’da teşkilatlandı. Bu tarihten itibaren Diyarbakır’da CHP ile DP arasında çok büyük çekişme ve çatışmalar yaşandı. Akabinde, DP’nin politikalarını benimseyen birçok CHP’li, DP saflarında yer almaya başladı. Diyarbakır’daki bu gelişmeler üzerine CHP, DP’yi “bölücülük ve irtica” söylemleri ile suçladı.
DİYARBAKIR’I DİYARBAKIRLI OLMAYAN VEKİLLER TEMSİL ETTİ
Ancak bu suçlamalar, DP’nin Diyarbakır’da 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanmasını, CHP’nin bölgedeki etkisinin azalmasını ve hatta bitme noktasına gelmesini engelleyemedi. Bu arada, 1927 yılında CHP tüzüğünde yapılan bir değişiklikle ülkedeki tek parti rejimi büyük oranda yerleşmeye başladı. Bu değişiklikle milletvekilleri Fırka Reisi tarafından belirlendi. Tüm bölgede olduğu gibi Diyarbakır’da da CHP’nin parti teşkilatı olmadığı için, bu tarihten itibaren Diyarbakır, tamamen merkezden belirlenen ve tamamına yakını da Diyarbakırlı olmayan milletvekilleriyle temsil edildi.
24 MİLLETVEKİLİNDEN 11’İ DİYARBAKIRLIYDI
Tek parti döneminde Diyarbakır’ı temsilen meclise giren milletvekillerinin küçük bir kısmı Diyarbakır’ın nüfuzlu ailelerine mensupken, geriye kalan milletvekillerinin tamamı Atatürk’ün yanında yer alan asker ve sivil bürokratlardan oluşmaktaydı. Bu durum, yerel unsurların siyasete katılmalarını büyük ölçüde engellemekte ve milletvekillerinin temsil oranını düşürmekteydi. Tek parti dönemi boyunca Diyarbakır milletvekilliği yapan yirmi dört milletvekilinden sadece on birinin Diyarbakırlı olması bu durumun açık bir göstergesidir.
TÜM MUHALEFET SİNDİRİLDİ
Tüm bunlar dikkate alındığında Diyarbakır’ın parti içinde ve mecliste zayıf bir biçimde temsil edildiği görülür. 1924 yılından başlamak üzere Ankara’nın, laik ve yeni kimlik inşası politikaları benimsemesi Diyarbakır’da Şeyh Said öncülüğünde isyana neden oldu. 13 Şubat 1925’te başlayan ayaklanma, yaklaşık iki ay sonra 15 Nisan’da kontrol altına alındı. Ayaklanma nedeniyle Takrir-i Sükûn, Sıkıyönetim ve İstiklal mahkemelerini devreye sokan tek parti yönetimi, kendisine yönelebilecek tüm muhalefeti sindirdi.
İDAMLAR TBMM ONAYI ALINMADAN GERÇEKLEŞTİ
Ayaklanmanın bastırılmasından sonra Diyarbakır’da başlayan yargılamalar neticesinde çok sayıda kişi hapis, sürgün ve idam cezasına çarptırıldı. Verilen idam kararları TBMM’nin onayına sunulmasına gerek kalmadan, kurulan Şark İstiklal Mahkemeleri’nce yerinde infaz ediliyordu. Tek parti döneminde yargı, bir anlamda bu özel mahkemeler üzerinden yönetimin baskı gücü olarak kullanılıyordu. Şeyh Said isyanında idam edilen 47 kişi için herhangi bir temyiz yolu yoktu. Kararlar alınıyor ve yerinde infaz ediliyordu. İdamlar sadece isyanlar sonrasında değil, irtica tehlikesi görülen kişilere karşı da kullanılıyordu. Amaç, yeni kimlik inşasına karşı olan her kesimi bertaraf etmek idi.
UMUMİ MÜFETTİŞLİKLER KURULDU
Tüm bunların dışında tek parti yönetimi, Diyarbakır’da 1928 yılına kadar sürecek tedip ve tenkil harekâtı, memnu mıntıka uygulaması ve geniş çaplı silah toplama operasyonlarıyla bölgedeki hakimiyetini güçlendirmeye uğraş verdi. Şeyh Said ayaklanmasından sonra hükümetin başvurduğu tedbirlerden biri de, bölgede birkaç ilin yönetiminden sorumlu Birinci Umumi Müfettişlik teşkilatının kurulmasıydı. İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Umumi Müfettişlikler, bölgelerinde asayiş ve inzibatı temin etmek; kanun ve nizamların tatbik edilmesini sağlamak; iktisadi, sıhhi, içtimai ve kültürel tedbirler almak amacıyla kuruldu. (Sürecek)
Ahmet Sünbül / Yazı Dizisi – 2