Cumhurbaşkanı
Erdoğan, katıldığı bir TV programında Suriye’nin kuzeyinde kurulacak güvenli
bölgenin Türkiye tarafından yönetilmesi gerektiğini dile getirerek güvenli
bölgeyi koalisyon güçlerine -ABD askerlerini kastederek- terk edemeyeceklerini
açık bir dille ifade etti. “Güvenemeyiz” dedi…
Güvenli bölge meselesi dışında, Suriye’ye ilişkin atılan son
diplomasi adımı olarak 14 Şubat’ta Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin
ile görüşeceğini ifade eden Erdoğan, Suriye ile alt düzeyde dış politika
yürütüldüğünü de belirterek Esad hükümeti ile istihbarat düzeyinde bir temas
olduğunu ima etti.
Şam, Moskova dışında Washington hattında diplomasi trafiği
hız kesmeden devam ediyor. Ankara ve Washington, ABD’li askeri danışmanların
Suriye’nin kuzey doğusundan çekilmesinin ardından burada bir “güvenli
bölge” oluşturulmasıyla ilgili bazı hususlarda uzlaştı haberleri geliyor.
Ancak Washington, her koşulda İran’ın nüfuzunu sınırlamak için Suriye’nin
güneyindeki Tenef Üssü’nü elinde tutma konusunda ısrar ediyor.
ABD’li diplomatik kaynaklara göre Türkiye ve ABD’nin
üzerinde şuana kadar uzlaştığı noktalar şunlar:
– “Tampon bölge” tanımlaması yerine
“Türkiye’nin milli güvenliğini koruyacak güvenli bölge” tanımlaması
benimsenecek ve bu bölgenin derinliği 32 kilometre olacak.
– Bu bölgede ABD askeri üsleri bulunmayacak ve terör örgütü
PKK’nın Suriye kolu YPG’den ağır silahlar geri alınacak. Ancak ağır silahların
yüzde 35’inin envanterde olmayışı süreci zorluyor. Ankara, Türkiye’ye yönelik
terör saldırılarında ABD silahlarının kullanıldığını her fırsatta dile getirse
de ABD’li kaynaklar Türkiye’den kullanılan silahların seri numaralarını
beklediklerini ifade ederek kendi üzerindeki yükü savuşturmaya çalışıyorlar.
– Ankara, PKK’nın dağ kadroları içinde yer almış YPG
içindeki 7 bin terörist unsuru bu bölgenin dışına çıkarmak istiyor. Özellikle
Türkiye sınır hattında yer alacak güvenli bölge içerisinde kesinlikle terör
örgütü PKK ile bağlantılı herhangi bir grubun olmasına sıcak bakılmıyor. Diğer
taraftan, bunların yerini Irak Kürt bölgesinde eğitim almış olan ve Suriyeli
peşmergeler ile Ahmed el Cerba liderliğindeki el Gad Akımının desteklediği Arap
unsurların doldurması planlanıyor.
Hava sahasının kullanılması, bölgenin siyasi süreçteki rolü
dahil 7 önemli başlık üzerinde dün Washington’da gerçekleşen Amerikan-Türk
Komisyonu toplantılarında uzlaşının bir karara bağlanması bekleniyor.
Washington, Avrupa ülkelerinden söz konusu güvenli bölgeyi desteklemelerini
talep etti. Nitekim ABD’nin Suriye Temsilcisi James Jeffery üç gün önce
Paris’te bu konuyu ele aldı. AB tarafı ise Washington’dan konuyla ilgili nihai
tutumunu belirten bir açıklama istedi. Ama ABD’nin kafası da henüz netleşmiş
değil.
Ancak, bu durumda Trump’ın güvenli bölge planı için sadece
kendi bürokratlarını ikna etmesi yetmeyecek. Zira Koalisyon içinde yer alan
Almanya, İngiltere ve Fransa da var. Bu ülkelerin askerleri ve istihbarat
ofisleri Suriye’nin kuzeyinde ABD askeri danışmanlarının koruması altında
faaliyet gösteriyor.
ABD kendi içinde dahi anlaşamamışken, Rusya’da ABD’den
hareketli bir pozisyon almış durumda.
ABD’nin yer aldığı Türkiye-Suriye sınırının, Suriye
tarafındaki bölümünü kapsayan “güvenli bölge” politikası, Suriye’de devam eden
oyunun sonuna gelinirken yeni bir dönüm noktası yarattı. Tabii ki ABD’nin bu
“güvenli bölgeyi” teşvik etmesi, giderek Suriye’de kaybettiği nüfuzu ve
pozisyonunu geri kazanma planının bir parçası olarak okumak gerekecek. Zira ABD
yönetiminin kafası çok karışık.
Türkiye açısından bu “güvenli bölge” terör örgütü PKK’nın
Suriye koluna yönelik pozisyonunu sağlamlaştıracak bir gelişme. Bu anlamda
“güvenli bölge” konusundaki diplomatik manevraların belirleyici bir önemi var.
“Güvenli bölge” konusunda varılacak bir Türkiye-ABD
uzlaşması, mutlaka Suriye’nin kendi toprakları üzerindeki hakimiyetini
zayıflatacak, Rusya ve İran’ın Suriye’nin tamamında rejiminin egemenliğini
sağlama ve Suriye topraklarını savaş öncesi duruma getirme hedefini
gerçekleştirme konusunda sorun çıkaracaktır.
ABD’nin daha önce birçok kez reddetmiş olduğu bir talep olan
ve Türkiye’yi yeni süreçte yanına çekme planı “güvenli bölge”, Rusya açısından
büyük bir diplomatik meydan okumaydı ve tabii ki geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı
Erdoğan ile Putin arasındaki buluşmada önemli bir rol oynadı.
ADANA MUTABAKATI
BUGÜN DE İŞLEVSELLİĞİNİ KORUR MU?
Putin, Suriye tarafından onaylanmadığı halde Türk askeri
varlığının, Suriye topraklarında bulunması eleştirilerinden Türkiye’yi
kurtardı. Bunu da Suriye’de ABD ve Türkiye arasında bir seçim yaparak
gerçekleştirdi. Putin, Şam iktidarının daveti veya BM Güvenlik Konseyinin
kararı olmadan yabancı bir gücün Suriye topraklarındaki varlığının,
uluslararası hukuk açısından meşru olmayacağını vurgularken özellikle ABD’nin
Suriye’deki işgalini kastetti. Türkiye’nin askeri varlığınaysa sorunun
çözümünde gerekli olan “yapıcı bir iş birliği” diyerek özel bir anlam
yükledi.
Ancak esas diplomasi ustalığı, Suriye rejimi ile Türkiye
arasında 1998 yılında imzalanan ve hala yürürlükte olan Adana Mutabakatına
atıfta bulunmasıyla ortaya kondu. Adana Mutabakatına yapılan atıf çok belirleyiciydi,
çünkü mutabakatın yürürlükte olması, Suriye ve Rusya’nın yanısıra İran’ın da
Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gözönüne almasına bir dayanak oluşturuyordu.
İran’ın 2003 yılında mutabakata onay verdiği unutulmamalı, bu da İran’ın tıpkı
Rusya gibi mutabakatı hala geçerli gördüğü anlamına geliyor.
Rusya bu mutabakatı yeniden gündeme getirerek Türkiye’ye
güvenlik kaygılarını ortadan kaldırma fırsatını sunmanın ötesinde, Türkiye’nin
ABD ile iş birliği yapma mecburiyetini sınırlamış oldu.
Halihazırda istihbaratlar seviyesinde Moskova’nın aracılığı
ile Şam ve Ankara arasında bir işleyiş var. Bu sahada gözlenebiliyor. Zira Al
Bab’da rejim ile Türk güvenlik birimlerini birbirinden ayıran sadece bir otoyol
ve sınır bundan ibaret. Türk güvenlik birimleri ihtiyatlı. Koordinasyon Moskova
üzerinden sürüyor. Astana’da devam eden görüşmelerde ise Ankara tarafından
kabul gören ancak istihbaratlar seviyesinde yürütülen bir işleyiş var. Fakat bu
işleyiş halen istenilen düzeye gelmiş değil.
Ankara-Washington dışında Moskova hattındaki trafik de
gözden kaçmıyor. Putin de sadece Astana süreci ile Suriye sahasında yer almak
yerine bölgesel dengeleri dikkate alarak güç devşirmeye çalışıyor. Moskova,
Suriye dosyası bağlamında hareketliliğini geçtiğimiz hafta itibariyle önemli
ölçüde artırdı. Nitekim üst düzey bir Rus heyeti Suriye dosyasını İsrail
Başbakanı Benyamin Netanyahu ile görüştü ki bu görüşmede Suriye’de “teması
önlemek için” eski anlaşmalar daha sağlam hale getirildi. Bu arada Rusya
Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Iraklı mevkidaşı Muhammet Ali el Hekim ile
Suriye odaklı bir görüşme gerçekleştirdi.
Bu bağlamda Rus ve İsrail medya araçları geçtiğimiz hafta,
bir Rus heyetinin geçtiğimiz hafta İsrail’e gittiğini ortaya çıkardı. Bu
ziyaretle ilgili önceden herhangi bir duyuru yapılmadı. Söz konusu Rus
heyetinde Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev ve Dışişleri
Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin bulunuyordu. Heyet, Netanyahu ve bazı İsrailli
yetkililerle görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmelerde İran dosyası, Suriye’deki
durum ve Suriye hava sahasında teması önlemek için iki ordu (Rus ve İsrail
ordusu) arasında iş birliği mekanizmasının güçlendirilmesi hususları ele
alındı. Bu görüşmeyi dikkatlerden kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum.
Ez cümle, ABD Suriye’den çekiliyor. Burası net. ardında bir vakum oluşturacağı kesin. Bu vakumda Rusya, İran ve Türkiye var. Türkiye’nin YPG ve PKK’ya karşı kararlı tutumu ABD’yi tedirgin ediyor. Ama Suriye’de İran’ın nüfuzunun artması daha çok tedirgin ediyor. Öte yandan Rusya da İran’ı dengelemeye çalışıyor. Zira zaman zaman baş ağrıtıyor. İsrail’in İran’a muhabbeti ise oldukça sınırlı. Rusya ve İsrail’in Suriye’nin doğusunda İran’a karşı PKK’nın Suriye şubesi YPG’yi kullanma ihtimali oldukça güçlü. Galiba Suriye’de bir süre daha savaş ortamı barışa evirilmiyor, sadece paradigma değişiyor.
Çetiner ÇETİN’in Yazısı (Habertürk)