Meşhur bir meseledir Hasan’a Mektup…
Yıllar öncesi yazılıp bu günlere ışık tutan meşhur bir mesele…
Seri şeklinde çıkan bu anlam yüklü şiirin en sevdiğim dizeleriyle bu haftaki yazıya başlamak gerekiyor galiba…
Çok oku, çok düşün, çok şeyler anla,
Aha bu mektubu alınca Hasan.
Manalar iplikten incedir amma,
Kelimeler biraz kalınca Hasan…
Susmanın konuşmaktan kıymetli olduğu günler olduğu gibi, konuşmanın da susmaktan kıymetli olduğu zamanlar vardır. Mesela bir dostunuz, arkadaşınız veya içinde bulunduğunuz oluşum zarar görmesin diye bazen susabilir konuşmamız gereken cümleleri yutabiliriz, ama bazen de vicdanınıza söz geçiremeyip en gür sedayla haykırabilirsiniz.
Milletçe zor günlerden geçiyoruz. Kimimiz öfkeli, kimimiz mahzun, kimimiz çok dertli ama bu coğrafya insanı yine de ümitli. Annesini kaybeden babasına şükrediyor, yavrularını kaybeden eşine, eşini kaybeden eşini kaybetmeyene…
Bu coğrafya öyle bir coğrafya çünkü. Komşumuz açken tok yatmazdık önceleri mesela veyahut dışarda yabancı kalmayana kadar kimse evine gitmezdi bu coğrafyalarda. Buralarda insan insanın hem yurduydu hem de umudu.
Zaman çok şeyi alıp götürdü bizden, en çok da insanlığımızdan. Komşumuz açken yatabilir olduk yada dışarda çaresizken uyuyor olabilir olduk. Buda yetmiyor olacak ki bize; son dönemde birbirimizin umudu değil kurdu olduk.
Mehmet Akif Ersoy’un “ikiyüzlü insanları sever oldum on yüzlü insanları gördükçe” sözünü daha iyi anlıyorum şimdi ve Ahmed Arif’in ” dost yüzlü dost gülücüklü” mısralarını. Sesimizi ve sözümüzü yükseklere çok yükseklere yazdığımız günlerdeyiz. Birbirimize hiç olmadığımız kadar uzağız bu günlerde. İçimizde derin sızısı var kaybettiğimiz insanlığımızın. Her gün görmek istediğimiz yüzleri görmek istemediğimiz ve duymak istediğimiz sesleri duymak istemediğimiz günlerdeyiz. Kirli bir mekânda, çirkin bir zamandayız.
Velhasıl sözün nezaketini kaybettiği günlerdeyiz…
Düşünmeden konuşuyor artık çoğumuz. Sözün nereye gideceğini bilmeden konuşuyoruz. İnsanları yargılamak hiç bu kadar kolay olmamıştır herhalde. Dünyalık korkular hiç bu kadar Allah korkusunun önüne geçmemiştir mesela.
Kardeşlik duygusu hiç bu kadar zedelenmemiştir ya da daha çok ileri götüreyim insanoğlu hiç bu kadar şüphe etmemiştir birbirinden…
Yokluğun varlıktan daha kıymetli olduğu günler bu günler…
Yalnızlığın bunca çoğaldığı bir zamanda Peygamberimizin Hirâ’ya gidişini daha iyi anlıyorum şimdi. Ve depremde ailesini kaybeden bir babanın derdimi ancak dağa taşa anlatabilirim sözünü…
Ya konuşacak bir yüz bulamıyoruz ya da konuşmaya yüz…
Çevrim dışı ve çevrim içi hayatlarımız arasına bir duvar öremiyoruz. Aşkımızı, nefretimizi duyurmanın yolu konuşmak değil bir sanal duvara yazmak sanıyoruz. Ve her gün biraz daha uzaklaşıyoruz…
Sözün muhatabını soran olursa; benim, sensin, onlar, biziz, sizsiniz velhasıl hepimiziz.
Dünyalık nimetler dünyalık korkular biriktirmemize sebep oluyor. Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok öğüdünü unutuyoruz çokça… Bir kalbimiz ve bir kavlimiz olduğunu hatırlamamak üzere unutmuş gibiyiz hepimiz…
Kardeşliğimize ve insanlığımıza her zamankinden daha çok sahip çıkmalıyız…
Hülasa herkes payına düşeni almalı bu hisseden…
Kelimeleri kalın manası ağır olan bu kıssadan herkes payına düşeni almalı…
Bu kıssa önce Bana, sonra Sana ve sonrasında Hasan’adır…