Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye’ye 32 km uzaklıktaki
savaşın son cephesi olan Münbiç’i 5 Mart tarihine kadar bekleyecek. İki aydan
bu yana kentte inanılmaz bir karmaşa var. Güneyde Suriye hükümetinin bayrağının
yanında Rus bayrağı dalgalanıyor. Rus birlikleri şehrin batısında Halep’e giden
yol boyunca bir tampon bölge kurulmasını garanti ediyor. Kuzeyde ise Amerikan
özel timinin üssünde Amerikan bayrağı dalgalanıyor ve onlar da YPG/SDG ile
birlikte Sajor Nehri’ndeki cephede devriye geziyor. Diğer taraftan da TSK ve
ÖSO birlikleri, ABD’nin kuzeyde konuşlandırılmış iki bin askerini çekmesinin
ardından yapılacak hamleye hazırlanıyor. Kelimenin tam anlamıyla Münbiç
Ortadoğu’nun kuşatma bölgesi gibi… Herkes planlarla tetikte bekliyor.
Bu arada elbette ABD çekilirken geride oluşacak güç
boşluğunun nasıl şekilleneceğine dair bir çok tartışma yürütülüyor.
Washington’da güvenli bölgenin oluşturulmasına dair önemli bazı projeksiyonlar
şimdiden şekillendirilmeye başladı. ABD, güvenli bölgeyi oluşturma planlarını ortaya
koyarken bölgesel dengeleri top yekün Türkiye’ye teslim etme niyetinde de
gözükmüyor.
Diplomatik kaynaklarımdan aldığım bilgilere göre, Suriye’nin
“el Ghad akımı” lideri Ahmet Carba, ABD ve Türkiye’nin Fırat ve Dicle nehirleri
arasında kurmaya çalıştığı “güvenli bölgede” yaklaşık 10 bin Arap ve terör
örgütü PKK dışında kalan Kürt muhalif savaşçı konuşlandırılmasına yönelik bir
plan hazırlandığını ve Erbil, Washington ve Ankara’nın bu kapsam içerisinde
görüşme trafiğini yürüttüğü belirtiyor.
Ahmet Carba, güvenli bölgede Amerika’nın çekilmesiyle
oluşacak boşluğu doldurmayı ve tüm tarafların çıkarlarını kesiştirmeyi
hedefliyor. Carba’nın yaptığı görüşmelerin mahiyeti hakkında bilgi sahibi olan
kaynaklarıma göre bu plan, güvenli bölgenin kurulması için Amerikan-Türk
projesi karşısındaki başlıca düğümü çözmeyi amaçlıyor. Ancak Türkiye her şeye
rağmen doğru tabirle sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yediği gibi tedbirli
davranmak zorunda olduğu kanısındayım.
Trump’ın Suriye’den hızlı ve tamamen çekilme kararından
haftalar sonra eşkali belirgin hale gelen bu plan, son dokunuşların yapılması
için Washington’daki Amerikan-Türk komite toplantılarında ve DEAŞ’a karşı
uluslararası koalisyon toplantılarında masaya yatırılacak. Bu planın genel
hatları, Cerablus ile Halep’in kuzeyi ve Fişhabur arasında 500 km uzunluğunda
ve 28-32 km derinliğinde güvenli bir bölgenin kurulmasını kapsıyor. Bahsettiğim
bu alan, yaklaşık 15 bin kilometrekareye ve Lübnan’ın bir buçuk katı
büyüklüğüne denk geliyor. Dolayısıyla kanımca askeri, lojistik ve siyasi
desteğe önemli ölçüde ihtiyaç duyulacak.
Kaynaklarımdan aldığım bir başka bilgiye göre, bu plan Arap
“el Nahba güçleri” ve Irak Kürdistan’ında eğitilen Suriye peşmergesinden 8-12
bin arasında silahlı grubun Dicle ile Fırat nehirleri arasına konuşlanmasını
kapsıyor. Peşmergelerin önerilerini, etnik hassasiyetlerini de gözetmeyi
amaçlıyor. Zira bu öneri, Arapların Rakka’ya bağlı Tel Abyad ve Haseke’ye bağlı
Resulayn’da, Kürt savaşçıların ise Fişhabur ve Kamışlı’da konuşlanmasını içeriyor.
Öte yandan da gerilimi azaltmak için peşmerge ile YPG arasında temaslar da
sürüyor. Ancak Türkiye bu planda, Kandil’e doğrudan bağlantılı 7 bin teröristin
bölgeden çıkarılmasını birinci şart olarak ortaya koyduğu söyleniyor.
Şu ana kadar aldığım bilgiye göre, bahsettiğim bu planın
içeriği ve çerçevesi henüz net olarak oturmuş gözükmüyor. Zira Türkiye’nin
önemle üzerinde durduğu konu önümüzdeki beş yıl yerel güçleri denetleyecek ve
bölgede PKK’nın hareketliliğini engelleyecek 2 bin civarından askeri birliği,
nereye ve ne koşullarda yerleştireceğini de çok iyi planlamak zorunda olduğunu
düşünüyorum. Özellikle PKK’nın güç gösterisi yaptığı bölgelerde ağırlıklı
olarak yer almanın ana hedef olması gerektiği kanısındayım.
Yeni Suriye
Anayasası’nda son durum
BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen Soçi’deki “Üçlü
Astana Zirvesi’ne” hazırlık ve Suriye Anayasası dosyasını tartışmak maksadıyla,
geçtiğimiz hafta İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif ile görüşmek için
İran’ın başkenti Tahran’a ilk ziyaretini gerçekleştirdi.
Ortadoğu’nun nabzını çok iyi tutan bir Lübnanlı diplomatik
kaynağım, Suriye rejimi Dışişleri Bakanı Velid el Muallim’in Suriye
Anayasa’sını görüşmek üzere Tahran’ı ziyaret ettiğini belirtiyor. Suriye ve
İran, siyasi geçiş süreci kapsamında Anayasa’da değişikliklere yol açacak
endişesiyle uluslararası kararların uygulanmasına karşı çıkıyor. Dolayısıyla
İran Suriye Anayasası’nı çok önemli bir mesele olarak görüyor.
İran, Suriye’nin mevcut Anayasa’da köklü değişikliklere veya
yeni bir Anayasa ilan edilmesine Cumhurbaşkanı’nın geniş yetkilerinin
azalmasına yol açabileceği endişesiyle taraftar görünmüyor. Cumhurbaşkanı’nın
yetkilerinin azalması demek, Esad’ın yönetim kararlarında kısıtlanmasına neden
olacağından, İran açısından tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Zira İran, Esad ile
intifa sözleşmeleri imzaladı ve bu sözleşmeler İran’a, Suriye’deki fosfat
madenlerini geliştirme izni veriyor. Bunun yanı sıra, Humus ve Tartus illerinde
12 bin dönümlük bir alana petrol ve doğal gaz istasyonları kurmak için yatırım
anlaşmaları imzaladı.
Dolaylısıyla, Esad’ın yetkilerindeki anayasal kısıtlanma
İran için oldukça tedirgin edici bir durumu gösteriyor. Genel olarak
bakıldığında Suriye’nin yeni Anayasa Komitesi’nin önünde çok sayıda sorun yer
alıyor. İran, kendi milli menfaatleri doğrultusunda herhangi bir tavizi,
stratejik çıkarları açısından bir kayıp olarak görüyor. Kendi aleyhine olacak
bir Rus-Türk uzlaşması ve böyle bir uzlaşmanın Batılı devletler ile bir
anlaşmaya dönüşmesinden de endişe ediyor.
Suriye’nin yeni anayasasının hazırlanmasında İran tarafının
endişelerinin bir başka nedeni de yeni anayasada, silahlı kuvvetlerin teşkiline
ilişkin bazı detayların bulunmasından kaynaklanıyor. Çünkü İran, kendi kurduğu
paralel milislere yatırım yapmak istiyor. Bu milislerin, Irak’taki Haşd el Şabi
gibi mevcudiyetini sürdürmesi ve Suriye Anayasası’nda bu gibi oluşumların yasal
olduğuna dair belirli maddelerin eklenmesi veya bunların Suriye ordusunun
bünyesine dahil edilmesi için böyle bir çaba içerisinde gözüküyor.
Söz konusu maddeler, İran’daki siyasi ve askeri kesim için önemli bir noktayı teşkil ediyor. Ancak bu istek kanımca Moskova dahil olmak üzere Arap ülkeleri ve Türkiye gibi aktörler tarafından kabul görmeyecektir. Bu nedenle İran’ın süreçteki rolünü dikkatle izlemekte yarar görüyorum.
(Çetiner ÇETİN’in Yazısı-Habertürk)