Bu dünya hiçbirimizin babasının malı değil.
Geliniyor, yaşanıyor ve çekip gidiliyor. Hepsi bu kadar. Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz belli değil. Ne gelirken getirilen, ne giderken götürülen bir şey yok.
Her birimiz kendimizi bulunmaz bir Hint kumaşı sayıyoruz!
Küçük dünyaları biz yaratıyoruz. Ne kimseyi beğeniyor, ne burnumuzdan küçücük bir kıl aldırıyoruz.
Bir patırdı, bir gürültü. Ve meçhule giden gemiler…
Biz mi seçiyoruz Türk ya da Japon doğmayı, Kürt Ya da Çerkez olmayı?
Kimin ne duhulü var bu işte? Üst kimlik, alt kimlik.
Siyah, beyaz. Sarı, lacivert. Ne önemi var bütün bunların şu kısacık hayatta?
Siz birlik, beraberlik ve barış içinde, kavgasız ve gürültüsüz yaşayabiliyor musunuz, insanları ne kadar seviyorsunuz, onları incitmemeye ne kadar özen gösteriyorsunuz, onu söyleyin. Ne kadar insan olduğunuzun ölçüsü budur, gerisi hikâye…
Rüzgar kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Nazım Hikmet’in dediği gibi, gerçekten de çok hızlı geçiyor hayat. Dün bir, bugün iki. Bir bakıyorsunuz ak düşmüş saçlarınıza. Sevdikleriniz, sevmedikleriniz bir bir göçüyor. Gözlüksüz okuyamıyorsunuz. Merdivenleri bir solukta çıkamıyorsunuz artık.
Çoluklar, çocuklar, torunlar torbalar…
Bir gün, bir de bakıyorsunuz ki, “Hey gidi günler”le oyalanma zamanı gelmiş kapınıza!
Peki, o zaman neden üzüyoruz birbirimizi? Neyi paylaşamıyoruz? Boşuna mı diyorlar “Kefenin cebi yok” diye.
Giderken her şey burada kalıyor, biliyor musunuz?
Nüfus kâğıdı bilgileriniz, paranız, pulunuz, hanlarınız, hamamlarınız. Katlar, yatlar. İktidarlar, muhalefetler. Zenginlik, yoksulluk.
Bir hafta sonu kafanızı dinlemek için yaşadığınız yerin dışına çıkın!
Piknik yapın, göle ya da denize girin!
Bunu arada yapın, bakın o zaman dünyanın ne kadar boş olduğunu göreceksiniz!
Siz boş verin vergi ve kesintileri!
Bilin ki o rüzgâr kanatlı atlar kadar hızlı geçiyor yaşam.
İnanın çok fazla zamanınız yok.
Bari hiç olmazsa birkaç gün kimseyi incitmemeye çalışın.
Göreceksiniz, çok keyif alacaksınız hayattan.