DEVA Partisi Kurucular Kurulu üyesi Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, olası bir erken seçimde DEVA Partisinin bölgedeki dengeleri değiştireceğini söyledi. AK Partiye isteksiz, HDP’yekırgın olan seçmenin DEVA’ya oy vereceğini belirten Erdem,Kürt sorunun çözümüne ilişkin ise çarpıcı bir değerlendirmede bulundu. AK Partinin Kürt sorununun çözümünde geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini belirten Erdem,“DEVA Partisi, Kürt sorununa ‘deva’ olacak bir partidir” dedi.
DEVA Partisi Kurucular Kurulu üyesi ve Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi Prof Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, gündemi değerlendirdi. Erdem, DEVA Partisinin Kürt sorununa bakışını, DEVA Partisinin bölgedeki hedeflerini, kayyum atamaları, pandemi sürecinin yönetimi ve OHAL sürecinde yaşanan mağduriyetlerle ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu.
AK Parti’nin 2007’de Sivil Anayasa Taslağını hazırlayan hocalardan birisiniz. Bu konuda önemli katkılarınız olmuştu. 2015 yılında AK Parti’den aday oldunuz. Sizi DEVA Partisine götüren neden ne oldu?
2007 yılında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın teklifi üzerine akademisyenlerden oluşan ve yeni bir anayasa taslağı hazırlamakla görevli olan komisyon içerisinde yer aldım. Bugünkü AK Parti’nin siyasi ortakları olan milliyetçi ve ulusalcı kesimin şiddetli eleştirileri ve hatta tehditlerine rağmen korkmadan ve çekinmeden bu görevi kabul ettim ve Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yeni ve sivil bir anayasanın hazırlanması için katkıda bulundum. Amacımız, şekli ve maddi bakımdan meşruiyeti düşük olan ve Türkiye toplumuna bir deli gömleği gibi giydirilen 1982 Anayasasından kurtulmak, toplumsal mutabakat temelinde Türkiye toplumunun layık olduğu yepyeni bir anayasanın hazırlanmasına katkıda bulunmaktı. Ama maalesef malum sebeplerden ötürü bu çalışma akamete uğratıldı.
“NORMAL ŞARTLARDA BÖYLE BİR TEKLİFİ KABUL ETMEZDİM”
Parti siyasetin dışında duran biri olmama rağmen, 2015 seçimlerinde AK Parti’den aday olmam için teklif geldi. Normal şartlarda böyle bir teklifi kabul etmek istemezdim. Ancak, o dönem hem bir taraftan ağır aksak da olsa devam eden bir çözüm süreci ve hem de yeni anayasa arayışları mevcuttu. Kürt meselesinin çözümü ve yeni bir anayasa yapımı konusunda sunabileceğim katkılar nedeniyle böyle bir teklifi kabul ettim.
“AYNI KAYGILAR VE BEKLENTİLER NEDENİYLE TEKLİFİ KABUL ETTİM”
Yine aynı kaygılar ve beklentiler nedeniyle Sayın Babacan’dan gelen kurucu üyelik teklifini kabul ettim. Partileşme süreci içerisinde, kurulacak olan yeni partinin Türkiye’nin temel sorun alanlarına ilişkin tespitlerde bulunmak ve çözüm önerilerini oluşturmak ve yeni partinin politik söylemini inşa etmek amacıyla yirmi dört ayrı masa oluşturuldu. Bu masalara dünya görüşleri ve politik tercihleri birbirinden farklı, ama konunun uzmanı olan isimler davet edildi. Ben de iki ayrı masaya davet edildim, görüş ve düşüncelerimi paylaştım ve olup bitenleri bizzat gözlemledim. Gerçekten çoğulcu ve katılımcı bir yöntem izlendi. Masalarda bütün sorunlar ele alındı ve serbestçe tartışıldı. Bütün görüşler not edildi. Bunun dışında dijital ortamda Türkiye’nin her yerinden ve her kesiminden insanların bu sürece katılımları sağlandı ve görüşleri dikkate alındı.
SÖYLEM VE PROGRAM BENİ ÇOK ETKİLEDİ
Yeni kurulacak partinin söylem ve programının oluşturulmasında katılımcılığa ve çoğulculuğa önem verilmesi, doğrusunu söylemek gerekirse beni çok etkiledi. Partinin kuruluş aşamasında böyle bir yöntemin izlenmesi, daha sonraki süreçlerde de aynı yöntemin izleneceğine dair inancımı güçlendirdi. Ayrıca bu süreç içerisinde partinin asıl kurucu kadrosunu, tabiri caizse partinin kurucu babalarını daha yakından tanıma fırsatını buldum. Daha önce aktif siyaset yapmış olmalarına rağmen kamuoyunda güvenilir, dürüst, samimi, demokrat ve özgürlükçü kişilik yapılarıyla tanınan bu isimlerin gerçekten de bu özelliklere sahip olduğunu gözlemledim. Kısacası, bu yeni siyasi oluşumun partileşme sürecinde izlenen yöntem, bu hareketin politik söylemi ve aktörlerinin niteliği beni cezbetti ve şahsıma sunulan teklifi kabul ederek DEVA Partisi kurucu üyesi oldum.
DEVA Partisinin Kürt sorununun çözümüne da dair yaklaşımı nedir? Partinize göre Kürt sorunu nasıl çözülür? Partiniz Kürt sorununa ‘Deva’ olacak mı?
Parti programında da ifade edildiği gibi, Kürt sorunu, esas itibariyle bir demokrasi ve özgürlük sorunudur. Türkiye’de eşitlik, özgürlük ve çoğulculuk gibi temel demokratik değerler bir türlü kabullenip içselleştirilmediği için Cumhuriyet tarihi boyunca bu sorun hep var olageldi. Bu politik değerlerin kısmen ön plana çıktığı dönemlerde Kürt sorununun önce varlığının kabullenilmesi, daha sonra da çözümü için kimi girişimlerde bulunuldu. En son hepimizin bildiği çözüm yaşandı. Bu süreçte önemli adımlar atıldı ve birtakım kazanımlar elde edildi. Ancak maalesef bir sonuç elde edilemedi.
KÜRT SORUNU HAYATİ ÖNEME SAHİPTİR
Hiç şüphesiz Kürt sorunu bugünden yarına çözülebilecek basit bir sorun değildir. Parti programında da yazıldığı gibi, uzun bir tarihi geçmişi olan, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi boyutları olan hayati öneme sahip bir sorundur. Hayati öneme sahiptir, çünkü bu sorunun çözümsüzlüğünün Türkiye toplumuna maliyeti gerçekten çok yüksektir. İnsani, iktisadi, sosyal, siyasal ve dış politikaya dair hemen her alanda Türkiye’ye yüksek maliyeti vardır. Bugün Türkiye’de demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü alanlarında yaşanan sorunlar, çok büyük ölçüde Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Mevcut iktidar, Kürt sorununu, toplumsal ve siyasal muhalefeti bastırmada adeta bir sopa olarak kullanmaktadır. İktidarların elinden bu sopayı alabilmek, Bölgede ve Türkiye’nin genelinde normalleşmeyi sağlayabilmek ve Türkiye toplumu üzerindeki ağır maliyetlerden kurtulabilmek için, Kürt sorununun çözümü bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Şunu çok rahatlıkla ifade edebilirim ki, Kürt sorununu çözüme kavuşturmuş bir Türkiye, kendi prangalarından kurtulmuş olacak; ekonomide sıçrama yapacak, dış politikada eli güçlenecek, toplumsal bütünlüğü tahkim edilecek, siyaset kurumu ve siyasi ilişkiler normalleşecek ve kendisine güveni yüksek güçlü bir ülke haline gelecektir.
KÜRT SORUNUNA ‘DEVA’ OLACAK
Irkçılığı açıkça reddeden, etnik, dini, mezhebi ve kültürel çeşitliliği dikkate alarak bütün farklılıkları kapsayacak ve kuşatacak bir vatandaşlık anlayışını savunan, anadilin kullanılması hakkının hayata geçirilmesinde devlete görev yükleyen ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesini öngören DEVA Partisi, Kürt sorununa “deva” olacak bir partidir.
Parti programında var olan taahhütlerin yanı sıra, bizzat Parti Genel Başkanı Ali Babacan’ın çeşitli vesilelerle yaptığı açıklamalarda, Kürt vatandaşlarının bu ülkenin asli unsuru olduklarını ifade etmesi ve bundan daha önemlisi Kürtlerin hak taleplerinin müzakere ve pazarlık konusu yapılamayacağını dile getirmiş olması, DEVA Partisinin Kürt sorununu çözme iradesine sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Çözüm süreci döneminde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “Biz çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehrini içmekse, biz o baldıran zehrini içeriz, yeter ki bu ülkeye huzur gelsin” demişti. Sizce AK Partinin bu duruma gelmesindeki neden nedir? AK Partinin hala Kürt sorununu çözeceğine inanıyor musunuz?
Kürt meselesiyle uzun yıllardan beridir ilgilenen, sorunun çözümü doğrultusunda her ortamda görüşlerini ifade eden, sivil toplumun ve siyasi partilerin çözüm arayışlarına katkıda bulunan ve çözüm sürecinde oluşturulan Akil İnsanlar Heyeti üyesi olan biri olarak şunları söyleyebilirim: Çözüm sürecinin tamamlanamaması ve AK Parti’nin bulunduğu konumdan uzaklaşıp savrulmasının birçok nedeni vardır. Tümünü bilmem mümkün değil. Kapalı kapılar ardında neler konuşuldu ve neler yapıldığını bilemem. Ancak bilebildiğim kadarıyla o dönemki iktidar cephesi açısından dört ana sebepten söz etmek mümkündür.
GEZİ, 17-25 OPERASYONLARI ERDOĞAN ÜZERİNDE SARSICI ETKİ YARATTI
Bunlardan birincisi, AK Parti’nin, belki daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın kendisini güçsüz hissettiği bir dönemde çözüm sürecinin başlatılması ve sürdürülmesidir. Hatırlatmak gerekir ki, 7 Şubat MİT krizi, akabinde Mayıs 2013’te başlayan Gezi Olayları ve daha sonra iktidarı devirmeye yönelik 17-25 Aralık Operasyonları, AK Parti’de ve özellikle de Tayyip Erdoğan üzerinde sarsıcı bir etki yarattı. Bütün bu olup bitenler, Tayyip Erdoğan’ın daha ihtiyatlı ve ürkek davranışına yol açtı diye düşünüyorum.
İKTİDARIN KURGULANMIŞ BİR STRATEJİSİ YOKTU
İkincisi, daha önceki çözüm girişimleri kadar olmasa da bu süreçte de iktidarın bir hazırlığı ve planı, önceden kurgulanmış bir strateji yoktu. Kervan yolda dizilir mantığıyla süreç yürütülmeye çalışıldı. Bu da sürecin sağlıklı yürütülebilmesi açısından önemli bir eksiklikti. Üçüncüsü, tarafların çözümden anladıkları birbirinden çok farklıydı. Belki dünyadaki benzeri çözüm süreçlerin birçoğunda böyle bir farklılık vardır. Ancak bizde, taraflar arasında gerçekleşen diyaloglar bir türlü müzakerelere evrilemedi ve aradaki makas farkının kapatılması doğrultusunda ciddi çabalar ortaya konmadı. Son olarak, Suriye’de yaşanan beklenmedik gelişmeler, AK Parti iktidarının geleneksel devlet refleksiyle hareket etmesine yol açtı. Sorunun giderek bir Ortadoğu sorunu ve hatta uluslararası bir sorun haline gelmesi, eski devleti ve AK Parti iktidarını ürküttü. Frene basıldı ve süreç maalesef sona erdi.
AK PARTİ GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR YOLA KOYULDU
AK Parti’deki kuruluş değerlerinden uzaklaşma aslında çözüm sürecinden önce başlamıştı. AB’ye tam üyelik sürecindeki reformcu ruh, ortak akla ve istişareye dayalı yönetim anlayışı, yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele iradesi 2010’lu yıllardan itibaren giderek zayıfladı, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrasında ise tamamen eski niteliğinden koparak hızla tek adamlılığa, otoriter ve baskıcı yönetim tarzına, devletçi ve milliyetçi bir çizgiye kaydı. MHP ve Perinçek ile yapılan ortaklık bu değişimin somut bir göstergesidir. AK Parti artık geri dönüşü olmayan bir yola koyuldu ve bu yolda Kürt sorununa çözüm de yoktur.
Olası bir seçimde Millet İttifakı iktidara gelirse Kürt sorunun çözümünde etkin bir rol alabileceğine inanıyor musunuz? Ahmet Türk bir açıklamasında Kürt sorunun çözümünde CHP’yi şu ifadelerle eleştirmişti, “Kürtlerle ilgili bir şey olunca CHP minderden kaçıyor’ sizce CHP bu sorunu çözebilir mi, yoksa yine minderden kaçacak mı?
DEVA Partisi’nin hedefi tek başına iktidar olmaktır. Bütün hesabını ve stratejisini bu hedef üzerine kurmuştur. DEVA Partisi’nin iktidarında bu sorunun çözüleceğine inanıyorum. İnanmasam bu partiye girmezdim. Millet İttifakının Kürt sorununun çözümünde etkin bir rol oynayıp oynayamayacağını şahsen bilmem mümkün değil. Bu soruyu Millet İttifakının bileşenlerine sormak gerekir.
ÖCALAN’IN ÇAĞRISINA RAĞMEN İNSANLAR CHP’YE OY VERDİ
Ancak siyaset bilimiyle ilgilenen, Türkiye’deki siyasi gelişmeleri takip eden ve CHP’deki değişim ve dönüşümü izleyen bir akademisyen olarak, geçen yıl içerisinde yayımladığım bir makalemde yazdığım görüşlerimi özetle paylaşabilirim. Kılıçdaroğlu’nun Parti Genel Başkanı olduğu 2010 yılından sonra CHP, kontrollü bir şeklide ve aşamalı olarak hem söylem hem de aktör düzeyinde değişmeye başladı. Sivil-asker ilişkilerinden başörtüsü sorununa, ifade özgürlüğünden basın özgürlüğüne varıncaya kadar birçok alanda demokrasi ve özgürlüklerden yana bir söylem geliştirdi. Aktör düzeyinde de aynı doğrultuda bir yenilenme yaşadı. 2011 genel seçimlerinden bugüne yayınladığı seçim bildirgelerinde ve raporlarda Kürt sorununa dair olumlu görüş ve öneriler paylaştı. Kürtlerin meşru taleplerine yönelik Meclise birçok kanun teklifi sundu ve araştırma önergeleri verdi. AK Parti iktidarının güvenlikçi politikalara teslim olduğu bir dönemde CHP’nin Kürt sorununa yaklaşımındaki pozitif değişim, çok geçmeden meyvesini verdi ve Öcalan’ın çağrısına rağmen Kürt seçmenin çok önemli bir kısmı son yerel yönetimler seçimlerinde CHP’ye oy vererek onu yerel yönetimlerde iktidara taşıdı. Bütün bunlardan hareketle şahsen ben, CHP’nin ilerleyen süreç içerisinde ortaya çıkabilecek bir çözüm arayışına destek sunacağını düşünüyorum.
Bildiğiniz gibi bölgede iki partili bir sistem var. DEVA Partisi’nin bölgedeki hedef ve amacı nedir? Partiniz bu iki partinin tabanından oy alabilecek mi?
Çok uzunca bir süredir bölgede iki partili bir yapı mevcut. Çeşitli sebeplere bağlı olarak bölgede AK Parti ve HDP dışındaki partiler varlık gösteremedi ve adeta tabela partisi halini aldılar. Bölgedeki siyaset sahnesi sadece bu iki partiye kaldı. Bu iki partiye verilen desteğin oranı, partilerin izledikleri politikalara, geliştirdikleri söylemlere ve gösterdikleri adaylara bağlı olarak değişmektedir. Bölgenin birçok ilindeki seçim sonuçları incelendiğinde yüzer-gezer oyların önemli bir yekun tuttuğu anlaşılıyor. DEVA Partisi, her iki partinin çekirdek tabanı dışında kalan seçmen kitlesinin talep ve beklentilerini en iyi okuyabilecek durumda olan bir partidir. Bu kitlenin tamamına yakınının desteğini kazanacağına inanıyorum.
AK PARTİYE İSTEKSİZ, HDP’YE KIRGIN OLANLAR DEVA’YA OY VERECEK
DEVA Partisi’nin oy alabileceği ikinci önemli seçmen kitlesi, bugüne kadar ciddi ve sahici bir siyasi alternatifin yokluğunda kerhen AK Parti’ye oy veren seçmenlerden oluşacaktır. Özellikle elde ettikleri kazanımları kaybetme korkusu nedeniyle AK Parti’ye gönülsüz ve isteksiz bir şekilde oy veren muhafazakâr-dindar seçmen kitlesinin artık böyle bir korkuya kapılmadan gönül rahatlığıyla oy verebileceği bir siyasi parti mevcut olduğu için, DEVA Partisi bu seçmenlerin çok önemli bir kısmının desteğini alacağını düşünüyorum. Bir üçüncü grup olarak, şu ya da bu sebeple HDP’ye kırgın ve küskün olan ya da HDP’ye üçüncü bir siyasi alternatif olmadığı için kerhen oy veren seçmen kitlesini saymak mümkündür. Bu seçmen kitlesinden de DEVA Partisi’nin oy alacağını umuyorum.
Olası bir erken seçimde bölgede nasıl bir tablo çıkar? İkincisi, AK Partinin bölgedeki gidişatını nasıl görüyorsunuz?
Olası bir erken seçimde bölgede iki partili yapının devam edeceğini, ancak bu kez HDP’nin dışında AK Parti değil DEVA Partisi’nin olacağını tahmin ediyorum. AK Parti’nin özellikle 2015 sonrası giderek artan bir şekilde otoriterleşmesi, devletçi ve milliyetçi bir çizgiye kayması, MHP ve ulusalcı cepheyle ittifak ilişkisi içerisine girmesi, Kürtlere yönelik dışlayıcı ve ötekileştirici bir dil kullanması, Kürt diline ve kültürüne yönelik tahammülsüzlük göstermesi, halkın seçtiği belediye başkanlarını görevden alması ve buna benzer sebeplerden ötürü, AK Parti’nin bölgede çok büyük güç kaybı yaşayacağını öngörüyorum. Olası bir erken seçimde AK Parti bölgede yalnızca iktidarın ürettiği maddi ve manevi ranttanpayını alanlardan, menfaat şebekelerinden ve devletin baskısından korkanlardan oy alabilecektir. Kullanım ömrünü tamamlamış bir parti olarak AK Parti’nin bölgede ciddi bir varlık gösterebileceğine inanmıyorum.
HDP’li Belediyelere yönelik kayyum atamaları devam ediyor. Partiniz kayyum atamalarını nasıl değerlendiriyor?
Bir akademisyen, bir hukukçu ve bir vatandaş olarak kayyum atamalarını asla kabul etmiyorum. Kayyum atamaları, demokrasiye, seçme seçilme hakkına ve halkın iradesine vurulmuş bir darbe olarak değerlendiriyorum. Partimiz de resmi Twitter hesabından yaptığı açıklamayla HDP’libelediyelere kayyum atanmasına tepki gösterdi ve kayyum atamalarını seçmen iradesinin gaspı olarak değerlendirdi.
AK Parti, MHP ve İYİ Parti, HDP’yi PKK ile eş değer görüyor. En son Akşener yaptığı bir açıklamada ‘HDP’yiPKK terör örgütünün yanına konumlandırıyorum’ demişti. Partiniz HDP’yi nasıl konumlandırıyor?
Henüz parti kurulmadan önce, 2019’un yaz aylarında Ali Babacan yaptığı bir açıklamada “çözüm sürecini HDP ile konuşacağız” dedi. Bunun akabinde bu yılın Şubat ayı içerisinde gerçekleşen HDP Kongresine mesaj gönderdi ve Kongrede alınacak kararların demokrasiye ve toplumun huzuruna katkı sunmasını temenni ettiğini ifade etti. Ve son olarak, Parti Genel Başkanı olduktan sonra kendisine HDP’yebakış açısı sorulması üzerine; meseleye hukuk devleti açısından bakılması gerektiğini, HDP’nin yasalara uygun kurulmuş bir siyasi parti olduğunu, ortada suç teşkil eden bir şeyin olması halinde bunun gereğini yargının yapacağını, aksi takdirde bir siyasi partinin ötekileştirilmesinin ve sistem dışına itilmesinin doğru olmadığını ifade etti. HDP’ye öcü muamelesinin yapıldığı bir siyasi atmosferde Genel Başkanın bu tür değerlendirmelerini, demokrasiye, hukuk devletine ve özgürlüklere olan inancının bir ifadesi olarak görüyorum.
AK Parti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla Barolara ve meslek örgütlerine dönük bir tasarı hazırlığında; partiniz iktidarın Barolara ve meslek örgütlerine ilişkin gündemine aldığı değişiklileri nasıl değerlendiriyor?
Diyanet İşleri Başkanının yaptığı bir konuşmayı eleştiren ve suç duyurusunda bulunan Ankara Barosu’nun yaptığı açıklamada kullandığı dilden rahatsızlığını ifade eden Cumhurbaşkanı’nın talimatı üzerine Barolar ve diğer meslek kuruluşları hakkında bir kanun teklifi hazırlığı yapıldığı söylenmektedir. Ancak henüz ortada somut bir kanun teklifi mevcut değil. Teklifi görmeden bir değerlendirme yapmak doğru değildir. Parti olarak kanun teklifini gördükten sonra değerlendirmemizi yapıp, yazılı bir açıklamayla kamuoyunu bilgilendireceğiz.
İKTİDAR, SORUNLARIN TARTIŞILMASI VE MÜZAKERE EDİLMESİNİ ELE ALMIYOR
Ancak yaşanan bu gelişmeye ilişkin birkaç hususa değinmek istiyorum: Birincisi, bu yaşananlar tekrar bize gösterdi ki, mevcut iktidar herhangi bir konuyu ya da sorunu soğukkanlılıkla, aklı selimle, tartışarak, dinleyerek, diyaloga girerek, müzakere ve istişare ederek ele almıyor. Bu somut örnekte Ankara Barosu’nun açıklamasına kızan Cumhurbaşkanı, Ankara Barosu üzerinde bütün baroları, hatta onunla da yetinmeyip bütün meslek kuruluşlarını cezalandırmanın ve zapturapt altına almanın formüllerini bulamaya çalışıyor. Tepkisellik ve fevrilik, iktidarın yönetim tarzının bir alamet-i farikası olmuş.
“BUNA TAHAMMÜL ETMEK ZORUNDASINIZ”
İkincisi ise, iktidar cephesinin farklı seslere ve düşüncelere tahammülsüzlüğü bir kez daha sergilenmiş oldu. Ankara Barosu’nun yaptığı açıklamayı yanlış, rahatsız edici ve hatta kışkırtıcı bulabilirsiniz, ama buna tahammül etmek zorundasınız. Çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin mihenk taşını oluşturan ifade özgürlüğü tam olarak bunun için vardır. Oysa iktidar, söz konusu açıklamaya sert bir cevap vermekle yetinmiyor, bunu adeta bir fırsata çevirip, zaten çok zayıf ve cılız olan sivil muhalefeti tümüyle bastırmanın, toplumun nefes borularını tamamen kapatmanın ve kendi otoritesini mutlaklaştırmanın bir aracı olarak kullanmak istiyor. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
Koronavirüs pandemisinden kaynaklı gündeme gelen ceza indirimlerinden siyasi tutuklu ve hükümlülerin yararlandırılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerekçesi ne olursa olsun, ister pandemiyle mücadele, ister cezaevlerindeki yoğunluğu azaltmak olsun, İnfaz Kanununda değişiklik yapılarak cezaevlerinde kalma sürelerinin kısaltılmasından, eşitlik ilkesi gereği, ayrım gözetilmeksizin herkesin yararlanması gerekir. Eğer bir ayrım yapılacak ve bir kısmı dışarıda tutulacaksa, bu ayrımın içerisinde siyasi tutuklu ve hükümlüler kesinlikle yer almamalıdır. Çünkü hepimiz de biliyoruz ki, siyasi içerikli davalarda adalet hemen hemen hiç tecelli etmiyor. Mevcut iktidarın yargı üzerindeki tasallutu dikkate alındığında, yargının bağımsız ve tarafsız davranıp adil kararlar verebilme ihtimalinin çok düşük olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu türden düzenlemeler yapıldığında, en fazla mağdur ve mazlum olan siyasi tutuklu ve hükümlüler öncelikli olarak dikkate alınmalılar. Oysa yürürlüğe giren kanunla tam tersi bir durum söz konusu. Her şeyden önce bu düzenleme Anayasa’nın eşitlik ilkesine, ceza hukukunun temel ilkelerine ve ceza adaletinin ruhuna aykırılık arz etmektedir.
DEVA Partisi henüz kanun teklifi Meclisten geçmeden önce, kanun teklifine ilişkin görüşlerini kamuoyuyla paylaşmış ve bu yolla parlamentonun dikkatini çekmeye çalışmıştır. Maalesef Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran Cumhur İttifakı, muhalefet partilerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve akademisyenlerin uyarılarını dikkate almadan kanun teklifini kabul ederek kanunlaşmasını sağladılar.
Son yıllarda yargı bağımsızlığının yok edildiği tartışmaları yürütülüyor. Toplumda bağımsız yargıya olan güvenin azaldığı anket sonuçlarına da yansıyor. Sizce şu an Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü ne durumdadır?
Türkiye’de yargı Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir zaman bağımsız ve tarafsız olmadı, olamadı. Her gelen iktidar; sıkıştığı, toplumsal sorunları çözmede acze düştüğü ya da isteksiz davrandığı ve otoriterleşme eğilimi içerisine girdiği dönemde, toplumsal ve siyasal muhalefeti bastırmak için yargıyı kullandı, onu politik hedefleri doğrultusunda adeta araçsallaştırdı. Toplumsal sorunları çözmek istemeyen ya da çözemeyen iktidarlar sorunları yargıya havale ettikçe yargı siyasallaştı ve iktidarın basit bir aparatına dönüştü.
YARGININ BAĞIMSIZ OLMADIĞI BİR ÜLKEDE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNDEN SÖZ EDİLEMEZ
Öte yandan, Türkiye’de iktidar mücadelelerinde yargı hep kullanıldı ve araçsallaştırıldı. Çoğulcu, özgürlükçü, katılımcı ve paylaşımcı özelliklere sahip siyasal kurumların ve kültürün zayıf olduğu Türkiye’de muktedir olabilmenin yolu yargıyı kullanmaktan geçti. Hal böyle olunca yargının kendinden beklenen adaleti dağıtma fonksiyonu bir türlü yerine getirilemedi. Yargı, özellikle siyasi içerikli davalarda tarafsız olamadı ve adil kararlar veremedi.
Hiç şüphesiz yargının görece bağımsız ve tarafsız olduğu dönemler oldu. Ancak bunlar hep kısa sürdü. Baharda açıp kısa süre sonra solan çiçekler gibi. Bu dönemler de çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin görece güçlü olduğu dönemler oldu. Yargının hali böyle olunca, artık hukukun üstünlüğünden söz etmenin de bir anlamı yoktur. Zira, yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı bir ülkede hukukun üstünlüğünden söz edilemez. Çünkü hukukun üstünlüğünü sağlayacak makam yargıdır.
OHAL sürecinde KHK’ler ile işinden gücünden edilen birçok insan dava sürecini kazandığı halde işlerine iade edilmedi. Arşiv araştırması, güvenlik soruşturması sonucu insanlar işlerinden oldu, ancak AYM’nin güvenlik soruşturmasını iptal eden kararları da var. KHK mağduriyetlerinin giderilmesi noktasında partinizin çözüm önerisi nedir?
Hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasilerde bu yapılanların hiçbirinin yeri yoktur. Bu yapılanları kabul edebilmek mümkün değildir. Hele hele haklarında açılan davaların lehlerine sonuçlanmasına rağmen insanların görevlerine iade edilmemesi asla kabul edilemez. Bu, hukukun açıkça ayaklar altına alınmasıdır. KHK mağdurlarına ilişkin Parti olarak geniş kapsamlı bir rapor hazırlığı içerisinde olduğumuzu, raporun tamamlanması halinde kamuoyuyla paylaşacağımızı ifade etmek isterim.
Pandemi sürecinde ülke ekonomisi nasıl yönetildi? Pandemiye karşı alınan tedbirler noktasında hükümetin vatandaşlara esnaflara, iş insanlarına desteğini yeterli buluyor musunuz?
Virüs salgınının ilk ortaya çıktığı tarihte kurulan DEVA Partisi, kuruluşundan bir hafta sonra bir basın açıklaması yaparak, salgının Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerini minimize etmeye yönelik önerilerini kamuoyuyla paylaştı. Bu paylaşımda özellikle sağlık çalışanlarının yaşamlarının korunması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesinin öncelikli bir hedef olması vurgulanmıştı.
İlk basın açıklamasının ardından yaklaşık bir ay sonra ikinci bir basın açıklaması yaparak, salgının ekonomik etkileri ve çözüm önerilerine dair Partimizin görüşleri kamuoyuyla paylaşıldı. Bu basın açıklamasında, iktidar tarafından açıklanan paketlerin yetersizliğine vurgu yapılmış ve yaşanan krizin ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri ile mücadele kapsamında atılması gereken adımlara ilişkin olarak 14 maddelik bir öneri paketi sunulmuştu.
Partinizin Teşkilatlanma çalışmaları devam ediyor. İlgi ve alaka nasıl?
Teşkilatlanma çalışmalarımız hızla devam ediyor. Maalesef çalışmalarımızı şimdilik dijital ortamda yaptığımız görüşmelerle gerçekleştiriyoruz. Bu yöntemle yapılan çalışmaların güçlüğü malum. Umarım en kısa sürede yeni normale geçer, sahada yapacağımız yüz yüze görüşmelerle çalışmalarımızı daha sağlıklı bir zeminde yürütebiliriz.
DEVA Partisine yönelik ilginin beklentilerimizin üzerinde olduğunu söyleyebilirim. Siyaset kurumuna yönelik güvensizliğin yaygın ve güçlü olduğu, virüs salgını dolayısıyla insanların kendi canlarının derdine düştüğü ve bütün bunlara ilaveten ülkede korku ikliminin hâkim olduğu bir dönemde bu kadar yoğun ilginin varlığı beni şaşırttı. İnsanlar DEVA Partisi’nde bir umut ışığı gördüğü içindir ki, bütün bu olumsuz koşullara rağmen Partiye üye olmak, gönüllü olmak ya da teşkilatlarda görev almak için başvuruyor ve düşüncelerini paylaşıyor. Bugüne kadar yaklaşık altmış bin kişinin sadece dijital ortamda başvuru yaptığını düşündüğümüzde, ilginin ne kadar yüksek olduğunu anlayabiliyoruz. Bunun dışında birçok insan da CV göndererek, telefon açarak, e-mail yoluyla ve sosyal medya üzerinden sempatilerini ve desteklerini sunuyor.
Kaynak: Tigris Haber