Daha düne kadar
otobüslerde yer verdiğimiz, sokakta karşılaşınca küçük bir tebessüm
gösterdiklerinde içimize huzur dolduran, eski günleri anlatımlarını masal gibi
dinlediğimiz sempatik yaşlılarımızı bugün ne oldu da sokakta avlamaya çıktık?
Ellerine çağın oyuncağı telefonunu alan kamerasıyla yaşlı
kovalamaya başladı. Sosyal medya yetmedi ulusal kanallarda bile reyting
rekorları kıran görüntülere dönüşüverdi yaşlı avı. Hiç kimse düşünmüyor mu
onların ruh halini diye gerçekten merak ediyorum. Onlar açısından bakıp,
hissettiklerine empati kuruyor muyuz? Oysa her geçen gün bir önceki güne göre
daha yaşlı olduğumuz gerçeğinin neden farkında değiliz. İnsan yaşam evreleri
nasıl sıralanır? Doğarız bakıma muhtacız ve kendi başımıza yaşayabilecek
becerilere sahip değiliz, yaşar bağımsızlaşırız ve yaşlanır yine bakıma muhtaç
hale geliriz, yaşam eğrisi sıfırdan başlar üst çizgiye ulaştıktan sonra tekrar
sıfıra doğru inişe geçer ve sıfır noktasına gelince başlangıcın sonu olur. Bebeklikten,
çocukluktan bir farkı vardır bu defa, o tüm yaşanmışlıkla insan sona
yaklaştığını bilir. Yaşam eğrisi inişe geçtikten sonrada Alzheimer, demans,
ileri yaş depresyonu gibi ruhsal hastalıklar yanı sıra fiziksel hareketliliği
kısıtlayan eklem hastalıkları, dil konuşma ve görme bozuklukları gibi fiziksel
semptomlarda ki artışta yine değersizlik, kendine acıma yada acınmasına
tahammül edememe gibi olumsuz duygu durumlarına sebep olabilir. İşte bu
yaşanmışlıklar ve sonun geldiğini biliyor olmak yaşlılarımızın tepkilerini şekillendiriyor.
Kimi yaşamı boyunca hep acı çekmiştir, çalışmış yokluk
çekmiş, belki bolluk yaşamış ve kaybetmiş, nice arkadaşını dostunu kaybetmiş
olmanın yalnızlığı ve isyanıyla içinde fırtınalar kopuyordur. Ama biz ne
yapıyoruz, anlamadan anlamaya çalışmadan sosyal medyada bir beğeni almak için
koca bir yaşanmışlığın sonlarında belki de ellerinde kalan son kozu, “saygı” yı
da ellerinden alıyoruz.
Bide çok bilmiş genç nesiliz ya, amca senin iyiliğin için
deyip azarlıyoruz, aşağılıyoruz. O amcanın bir zamanlar senin hatta belki seni
yetiştiren babanın öğretmeni olduğunu unutuyoruz. Şimdi ona bilmişlik
taslıyoruz ya o düşünmüyor mu geçmişte sahip olduğu konumu.
Zaten hayatının sonlarına yaklaştığını bilen yaşlımıza,
çıkma ölürsün diyoruz, virüs var diyoruz. O zaten ölümü bekliyor olabilir. Gerçekten riski onun değerlerini yaşamını göz
önünde tutarak onunda değerleri doğrultusunda anlatabilsek, saygıyı yitirmeden,
hassasiyetlerini unutmadan, hastalıklarının olabileceğini atlamadan…
Bunun için önce dinlemeyi bilmeliyiz tabi. Toplumca yaşadığımız en büyük problemlerden biride iletişim kurmayı beceremiyor oluşumuz, doğru iletişim için önce dinlemeyi becerebilmeliyiz. Dinlemek yeter mi peki? Tek başına dinlemenin hiçbir manası yoktur aslında, dinlediğimizi anlamazsak dinlemiş olmayız. Biz anlamak için değil eleştirmek için dinliyoruz ki buda gerçek bir dinleme olmamış oluyor. Sağlıklı bir iletişime, sağlığımızın tehlikede olduğu bu dönemde çok ihtiyaç duyuyoruz. Siz hayatı ciddiye almıyor olabilirsiniz, hayatın ciddiye alınması gerektiğini dinlemediğiniz için ama etrafınızda hayatı ciddiye alan dinlemiş insanlar var.
Psikolog Fatih YİĞİT’in YAZISI