Öğrenme bir
serüvendir ve yol boyu devam eder. İnsanoğlu dünyaya geldiği ilk andan itibaren
öğrenmeye başlar. Aile hayatımızda; hayatta kalabilecek pratik bilgileri,
kültürümüzü, geleneklerimizi öğreniriz. Topluma adapte olmak ve toplumla
birlikte yaşayabilmek için toplumsal normları öğreniriz. Girdiğimiz her ortamda
muhakkak bir öğrenme sürecinden geçeriz. Bu serüven hayat boyu devam eder,
ancak ölümle son bulur.
Günümüz koşullarında çocukların genellikle 6 yaşına
girdikten sonra okul hayatları başlar. Okul dendiği zaman aklımıza genellikle
öğrenci ve öğretmen ile donatılmış bir mekân ve zaman tasviri gelir. Her
sınıftan her koridordan Matematik, Türkçe, İngilizce v.b ders sesleri
yankılanır. Öğretmenler tüm birikimini çocuklara sunarken, çocuklar da bu
birikimden faydalanmak ve öğrenmek için zamanını, emeğini, duygularını verir.
Aslında gerçekten görüntü böyle mi yoksa görünmesini istediğimiz şeyi mi
söylüyoruz diye sormalıyız?
Çok önceden beri var olan öğrenme ve çocuğun öğrenime dahil
olma/olmama problemi günümüzde de farklı şekillerde devam etmektedir.
Enformasyon toplumunda olmamız, teknolojinin hayatımızın temel materyalleri
halini alması, okullarda ve eğitim verilen diğer merkezlerde, “teknolojinin
aktif kullanılması” çocuklarda öğrenmeyi hızlandırdığı veya tam anlamıyla
gerçekleştirdiği anlamına gelmemekte maalesef.
Eğitim merkezlerinde öğretmenlerin “ çocuklar ödevlerini
yapmamakta, dersleri dinlememekte vb.” ifadesi ile ebeveynlerin “ hocam evde
ödül de, ceza da versek kitap okutamıyoruz, ders çalıştıramıyoruz vb.”
şikâyetleri aslında çocukların kendilerini tanımaması, öğrenmeyi bilmemesi ve hangi dersi nasıl
öğrenecekleri noktasında bilgi sahibi olmamasından kaynaklı olduğunu
göstermektedir. Her çocuk, her derste başarılı olamamakta veya her dersi
sevememektedir. Bu bize her çocuğun bilişsel öğrenme sürecinin ve yetkin olduğu
alanın farklı olduğunu göstermektedir. Herkes farklı bir fıtrat üzerine
yaratılmıştır. Bazı çocuklar beyninin sağ, bazı çocuklar beyninin sol lobunu
daha iyi kullanabilmektedir. Bazı çocuklar görerek, bazı çocuklar işiterek,
bazı çocuklar hissederek daha iyi öğrenebilmektedir. Bu konuyu Uluslararası
Eğitim Bilimleri Dergisinde öğrenme modelleri üzerine yayınlanan makalede daha
net bir şekilde anlayabiliyoruz:
Eğitim Bilimleri ve Bilişsel Psikoloji üzerine çalışan
uzmanların hemfikir oldukları önemli bir nokta her çocuğa özel bir öğrenim
modelinin olmasıdır. Lakin şöyle bir durum var ki her çocuk farklı bir öğrenme
zekâsına ve yeteneğine sahipken bunu ortak çalışma modelinde ve müfredatta
nasıl belirleyeceğiz?
Şöyle ki; Öncelikle
çocuğun kendini tanımasına ve yeteneklerini açığa çıkarabilmesi için imkânları
sunmalıyız. Çocuğun hangi alanlarda başarılı olabileceğini, güçlü yönlerinin ve
zayıf yönlerinin neler olduğunu keşfetmesine yardım etmeliyiz. Ayak uzvu
yetersiz bir çocuktan koşmasını, görme sorunu yaşayan çocuktan renkleri
bilmesini bekleyemiyorsak her çocuktan da her derse aynı özveriyi ve başarıyı
göstermesini bekleyemeyiz.
Öğrenme; bilgi, beceri, alışkanlık ve tutum kazanma süreci
olarak tanımlanır. Öğrenme eylemi
öğrencinin aktif katılımıyla gerçekleşebilir. Yani içsel bir yolculuktur
öğrenme. Öğretmen dâhil hiç kimse bireyin öğrenmesini sağlayamaz. Öğretmen ders
planı yapar, ders anlatır, yol gösterir, yardımcı olur fakat öğrenme bireyin
sadece kendisinin gerçekleştirebileceği zihinsel bir değişimdir. Bu sebepten
öncelikle çocukların öğrenmeyi istemelerini sağlamalı ve onlara öğrenmeyi öğretmeliyiz.
Öğrenmeyi öğrenmedeki asıl amaç; bireyin kendini ve
yeteneklerini tanımasıdır. Yani kendi sınırlarını keşfetmesi, algısının hangi
alanda açık olduğunu öğrenmesi, öğrenme sınırlarını bilmesi ve duyularını ve
duyu kontrolünü yapabiliyor olmasıdır. Daha sonra hangi bilişsel zekâsının daha
çok geliştiği ve hangi yeteneklere sahip olduğunu öğrenen bir birey hedefini ve
yolunu kendi imkânlarıyla çizebilecektir.
Öğrenmeyi öğrenme yetkinliği kazandırdığımız birey artık ne
istediğini bilen, planlı çalışan, hedefi olan, kendinden emin ve özgüveni
yüksek bir birey olacaktır. Yeni öğrenme stratejileri geliştirir, okur, analiz
eder ve yorumlar, öğrenemediği konularda yeni öğrenme yollarına başvurur ve
başarısızlıklar onu vazgeçiremez.
Geçmiş yıllarda bir öğrencinin geç keşfedilmiş başarısına
şahit olmuş ve doğru adım doğru karar bizleri en güzel yerlere götürür
demiştim. Fehime kalabalık ortamlarda sesli kitap okuyamayan bir öğrenciydi.
Matematik ve Fen Bilimleri dersleri her zaman kötüydü ve İngilizce dersinden
sadece sınıfını geçebilecek seviyedeydi. Türkçe dersi ilginç bir şekilde iyi,
yalnız derse katılmaması, verilen okumaları sınıf ortamında anlatmamak için
direnmesi bu başarısını gölgeliyordu. Bir gün kompozisyon çalışması ödevi
verdim. Sınıftaki öğrencilerimin hepsi yazmıştı, başarılıydı birçoğu yalnız
Fehime’nin kağıdı sanki usta bir yazarın elinden çıkmış gibiydi, inanmadım bu
yazıyı onun yazdığına ve emin olmak için başka bir başlık altında derste
tekrardan yazdırdım. Kağıt yine aynıydı, usta bir yazarın kitabından koparılmış
bir sayfa gibi. Fehime’nin yazma konusunda yeteneği vardı, bunu anlamıştım ve
kurduğu cümlelerden de kitap kurdu olduğu anlaşılıyordu. Tuhaf olan ise sınıfta
derslere katılmaması, okuma yapmamasıydı. Bu çalışmayla aslında bilmiyor olduğundan
değil de çok fazla utangaç ve kendine güveni olmadığından dolayı katılmadığını
anladım. Daha sonra kendisiyle özel konuştum, ailesiyle tanıştım. Fehime ile
daha alakadar olup bu yeteneğini nasıl geliştireceği üzerine yönlendirme
yapmakla birlikte zayıf olduğu derslerde nasıl çalışması gerektiği, başarılı
olabileceği çalışma stillerini öğretmeye başladım. Fehime bir müddet sonra
özgüveni olan, kendinin farkında olan bir öğrenci oldu. Artık sınıfta derslere
katılabiliyor, arkadaşları ile dışarı çıkabiliyordu. Zayıf olduğu Matematik ve
Fen Bilimleri dersinde sınıf seviyesi ile aynı seviyeye ulaşmıştı. O sene ve
sonraki senelerde de Fehime hep başarılı bir şekilde okulu bitirdi.
Fehime ile birlikte
şu öğrenmiştim: Aslında hiçbir çocuk başarısız olmak istemez, zorla ders
çalışmak istemez. Çocuklar sadece kendilerinin farkına varabilecek ve kendi
yeteneklerini keşfedebilecek öğretmen ve ebeveynlere ihtiyaç duyarlar.
Keşfedilen yetenek çocuğu kişisel ve psikolojik noktada da olumlu yönde
etkiler. Tıpkı Fehime gibi çocukların özgüvenine, sınıf içerisinde ilişkilerine
olumlu katkılarda bulunur. Öğrenmeyi öğrenme yetkinliği bir elmas gibidir
aslında. O elması keşfetmek, kişinin kendine giden yolu bulması ve geleceğe
yönelik hedeflerinde bir harita edinmiş demektir.
İçinde bulunduğumuz bu süreç de, öğrenmeyi öğrenme
yetkinliğinin ne kadar elzem olduğunu göstermiştir bizlere. Eğitimlerin online
programlarla devam etmekte olması çoğu çocuğun tek başına öğrenmesini ve bu
durumla baş etmesini gerektirmiştir. Eğitim şuuruna ve bilincine sahip
ebeveynlerin çocukları daha şanslı iken imkân kısıtlılığı yaşayan veya eğitim
noktasında yeterli bilgiye sahip olmayan
ebeveynlerin çocukları bu durumu daha verimsiz bir şekilde geçirdiklerini,
yapılan araştırmalarda gözlemleyebiliyoruz. Tüm bunlar bizlere ve çocuklara; öğrenmeyi öğrenme
yetkinliğinin ne kadar ehemmiyetli olduğunu ve hayatımızın her anında
yolumuza bu yetkinliğin faydasının veya
zararının çıkacağını göstermektedir.
Kısacası öğrenmeyi öğrenme; bireyin; kendisini tanıyarak,
bireysel öğrenme prensiplerinin farkına vararak, bilgiyi “nasıl ?, niçin?,
nereden?, ne kadar süreyle?, hangi gayeyle? alabileceğini” öğrenerek, bilgiye
dair “bilişsel ve duyuşsal becerilerini farkederek öğrenme yolunda emin
adımlarla yürümesidir. Bu yürüyüşte unutulmamalıdır ki bilgi amaç olduğu kadar
da araçtır da.
Sözün Özü:
Öğrenmeyi öğrenme
yetkinliğine sahip kendisinin farkında olan çocuklar yetiştirebilme ümidiyle
daha çok çalışalım ve bu konuda çevremizi bilinçlendirelim.
Bilal ŞEN’in Yazısı