Uzun zamandır süregelen küresel krizin yanısıra ekonomik çıkmazla da mücadele eden Türkiye, kötü bir durumda yakalandı Korona pandemisine.
Covid-19’un yayılım hızı tüm dünyayı sosyal mesafelendirmeye yönlendirdi.
Alınan tedbirler ile insanların biraraya geldiği mekanlar kapatıldı, ulaşım kısıtlandı.
Ekonomik faaliyetler daraldı, tedarik ve tüketim zinciri koptu ve dünya ekonomisini durma noktasına gelme tehdidi ile karşı karşıya getirdi.
Bu açıdan bakıldığında salgının sadece toplum sağlığı sorunu değil aynı zamanda sosyal ve ekonomik bir sorun olduğu aşikar.
Faaliyetleri durdurulan ve kısıtlanan sektörler, “domino etkisi”yle çalışmaya devam eden sektörleri de etkiledi.
Nitekim her sektör birbirinin ürününü tüketiyor ve kısıtlanan sektörün gelirindeki azalma diğer sektörlerin ürünlerine talebi düşürüyor.
Bunun sonucunda aldığı ücret üzerinden gelir vergisi ödeyen işçinin istihdamının azalması kriz sarmalını derinleştiriyor.
Salgınla mücadelenin kısa sürmeyeceği bilinmekle beraber ne zaman kontrol altına alınacağının tam olarak bilinmemesi ekonomideki belirsizliği beraberinde getiriyor. Covid -19 a karşı alınan tedbirlerle geçen her gün, ekonomik kayıpların artmasına neden oluyor.Bu sebeple salgını en kısa sürede kontrol altına almak gerekmekte.
Salgın sürecinin uzaması ile dünyada ulusal pazar olgusunun güçlendiği, ekonomik anlamda yerli sermayeyi korumak için gümrük duvarlarının yükseltildiği , ülkelerin kendine yetme güdülerinin arttığı, tarımsal ve ekonomik faaliyetlerde devlet müdahalesi ve planlamacılığın geri geldiği bir döneme doğru gidebiliriz.
Hükümetin ekonomik sahada müdahale ve etkinliğinin güçlenmesi ile ekonomik ve tarımsal üretim yapan aktörlerin bağımsız iş yapabilme imkanları zayıflayacak, tarım ve sanayideki olası devlet müdahalesi, devlet ve hükümetlere ekonomik ve buna bağlı olarak siyasal bağımlılığı artıracaktır.
Ekonomiyi canlı tutmak, piyasalara güven vermek ve gelir kaybını tazmin etmek için yeni politikalar üretmek gerekmektedir.
Ülkenin ekonomik karakteri ithalata dayalı üretim ekonomisine dayandığı için bu süreçte ekonomi ve istihdam açısından zorlanacağız. Kendi yapısal sorunlarımıza ek olarak küresel resesyonun olumsuz etkileri ile de yüzleşeceğiz.
Küresel ekonomik aktörlerin, ekonomimiz için yakın geleceğe yönelik yaptıkları projeksiyonlarda resesyonun ötesinde Slumpflasyon öngörmeleri, bu öngörünün gerçekleşmesi durumunda birçok firmanın iflası; buna bağlı olarak istihdamın azalması sonucu işsizliğin artması gibi sonuçlar ile karşılaşmamız kuvvetle muhtemel.
Bu nedenle bir yandan girişimci sınıfın bu zor koşullarda ayakta kalmasını sağlayacak tedbirleri almak, diğer yandan işsizliğin ötesinde belkide muhtemel açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalacak emekçi ve yoksul halk katmanlarının desteklenmesi için çalışmak gerekmekte. Bu süreçte sunulacak destek paketleri ekonomideki tüm aktörlere dağıtılmalı , geniş kapsamlı gelir transferleri, borç ötelemeleri, vergi ve kredi kolaylıkları sağlanmalıdır.
Kadınlar açısından salgın ve onunla birlikte ortaya çıkan sorunlar, katmerli ve sonuçları daha yıpratıcı. Salgında sürekli duyduğumuz “virüs herkesi eşitledi” söylemi biyolojik olarak değerlendirildiğinde doğru; ancak, ekonomik ve sosyal açıdan değerlendirildiğinde asla gerçeği yansıtmıyor.
Emekçilerin ve özelde kadınların ekonomik ve sosyal olarak ödemekte olduğu bedel mevcut eşitsizliği artırmakta.
Eşitsiz toplumsal cinsiyet algısının karakteri olan ev ve çocuk bakımından kadının sorumlu olması gerçekliği nedeniyle üst kademede bağımlı veya bağımsız çalışan kadın da evine döndü ve dışardaki emeğine ara vererek ev içi görünmez işçiliğini artırdı. Salgından önce büyük çoğunlukla ücret karşılığı delege ettiği ev hizmetlerinin, icracısı olarak emek vermeye devam ediyor.
Covid-19 pandemisi, dışarıda çalışan eş, baba , kardeşinin eve kapanmasıyla evde çalışan kadınların, yine eş, baba, kardeşiyle beraber eve kapanmak zorunda kalmasıyla üretim ve hizmet zincirinde dışarıda çalışan kadınların özerkliğini yok eden bir etki yarattı.
Faaliyetini kısmen durduran sektörlerde; yemek, temizlik, sekreterlik gibi alt kademe statülerde çalıştırılan kadınlar kriz anında ilk gözden çıkarılacak işçilerden olduklarından işlerinden oldu .
Evde kalma süreci ile ev ve çocuk bakımı hizmetlerinde çalışan kadınların neredeyse tamamı işsiz kaldı. Yerel düzeyde ev ve çocuk bakımı iş kollarına yönelik özel ve kamusal kısmi destekler veriliyor olsa da çapı ve mahiyeti yeterli olmaktan çok uzak.
Salgından evvel ekonomiye katılım için yoğun mücadele sürecinden geçmiş kadınların, kazanımlarını kaybetmemeleri adına ekonomik kalkınmaya ve toplumsal refaha katkıları gözönüne alınarak, ekonomik destek paketlerinde , kadın girişimcilerin gerileyen ticari faaliyetini canlandırma, işsiz kalan emekçi kadınlar için koruma ve istihdam temelli pozitif ayrımcılık hedefleri mutlaka olmalı.
Tüm dünyada evde karantina süreci ile beraber kadına yönelik ev içi şiddetin arttığına dair haberleri ve istatistiksel verileri görüyoruz.
Birçok ülke karantina sürecinde kadına yönelik şiddete karşı tedbir almaya başladı .Ülkemizde de ne yazık ki evin bazı kadınlar için güvenli yer olmadığını biliyoruz.
Dışardaki virüs tehdidi, evdeki saldırgan ile daha fazla zaman geçirmeye mahkum kalan şiddet mağduru kadınların karantina koşullarını zorlaştırmış, evdeki şiddet tehdidi dışardaki virüs tehdidinden daha büyük hale gelmiştir.
Bu nedenle acilen hükümetin ilgili kurum ve kuruluşları tarafından ev içi şiddet mağdurlarını koruyacak tedbirlerin alınması hayati öneme haizdir. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun , aile bireylerini şiddetten koruma için önemli bir güvencedir ve uygulanmalıdır.
SEVİM VURAL
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Kadın Meclisi Sözcüsü
Kaynak: Abori