Dünyanın birçok
kesiminde insanların aynı anda yaşayabildikleri çok az şeylerden birini şuan
hep beraber dört duvar arasında yaşıyoruz.
Keyif almasak ta kısa ömrümüzün bir bölümünü biraz daha uzun
yaşamak adına dört duvar arasında tüketiyoruz.
Kimimiz bunun adına korku, kimimiz ise sorumluluklarımız
gereği diyoruz.
Ama kendim için sunu söyleyebilirim, kendimle hiç bu kadar
baş başa kalmadım.
“Her şerde bir hayır vardır” derler ya, aslında çok
inanamasam da, bir yanı ile çok özlü bir söz.
Bugün 21. Yüzyılın modern dünyasında teknolojiyi
iliklerimize kadar hissedip bir taraftan nimetlerinden istifade ederken, diğer
taraftan bunun ağır bedellerini ödediğimizin farkında bile değiliz.
Mesela; Covid-19 doğanın bize bir lütfü değildir; modern
dünyanın laboratuar ortamında hazırlanmış biyolojik bir silahıdır.
Yani modern
teknolojinin bizlere bir lütfudur.
Modern teknoloji ile bir taraftan cep bilgisayarlarından
saniyeler içinde dünyanın bir diğer ucunda olan bitene ulaşırken, şimdi her
birimiz sosyal mesafelerimiz, izolasyonlarımız, karantinalarımızla yaşar halde
kent merkezlerinin hayalet şehirlere dönüşlerini izliyoruz.
Elbette insanlık tarihi benzer birçok salgına tanıklık
etmiştir; Bu salgınların bazısı ise milyonlarca insanın ölümüne yol açmış,
yaşanan ekonomik tahribatlarla tarihin seyrini değiştirmiştir.
Sadece son yüz yılda salgın hastalıklardan 60-70 milyon
insanın yaşamını yitirmiştir.
Günümüz dünyasında teknolojinin gelişmesiyle beraber,
insanlar arasındaki hızlı iletişim ve etkileşim bir bölgede ortaya çıkan
virüsün daha hızlı bir şekilde yayılmasına neden olmuş; geçmişte bir salgının
yayılması aylar sürerken, şimdi ise bir kaç günde milyonlarca insanı etkileyen
bir boyut kazanmıştır.
Amacımız elbette panik yaratmak değildir. Ancak yaşadığımız
ve yaşamakta olduğumuz bu buhranlardan dersler çıkarmak, karşılaşabileceğimiz
sonuçların bilincinde olmak ve buna karşın yaşamlarımızın; sosyal, ekonomik,
psikolojik ve hata sosyolojik olarak bu çerçevede değiştirmesi gerektiğinin
farkına varmaktır.
Koronavirüsün ülkeler genelinde giderek yayılması, salgını
kontrol altına almak için hükümetlerin çoğunu olağanüstü önlemler almaya
zorlamaktadır.
Sağlık öncelikli hedef olduğundan diğer seçeneklere daha az
yer ayrılmaktadır. Bu önlemler, birçok işletmenin geçici olarak kapanması,
seyahat ve hareket kısıtlamaları, finansal piyasalarda kargaşa, bir güven
erozyonu ve yüksek düzeyde belirsizliğe yol açmaktadır.
Sağlık elbette çok önemli ve birinci kıstas, ancak uzun
sürse de, bu salgının bir yıl içinde sağlık üzerindeki etkilerinin azalacağı
tahmin ediliyor.
Bu önlemlerin ekonomi
üzerindeki etkisinin ne ölçüde olacağını ölçmek oldukça zor.
Üretim, hane halkı harcamalar, tüketim alışkanlıkları,
yatırım harcamaları, ulusal ve uluslararası ticaret düzeyinde ciddi
kısıtlamaların gerekeceği oldukça açıktır.
Bu da ekonomik tahribata dair bazı sinyaller, hatta farkına
varır isek alarm vermekte; 2008-2009 yılında yaşanan küresel krizde yaşamış
olduğumuz tabloları akla getirmektedir.
Hele hele 2018 yılında yaşadığımız ağır tahribatlı ekonomik
krizin etkileri henüz etkisini sürdürürken, yeni bir badire ile işlerin
durdurulması birçok işletme için felaket senaryolarını akla getirmektedir.
Devlet ve hükümettin ekonomi konusunda yeteri kadar tedbir
alması gerekmektedir.
Beyan bildirim ve bunlar üzerinden tahakkuk eden vergilerin
kısa süreliğine ertelenmesi, işsizlik fonundan kısa çalışmanın finanse edilmesi
elbette çok önemlidir ancak ülke ekonomisinin dimdik ayakta kalabilmesi açısından
devede kulak bile değildir.
KGF kredileri ile sağlanmaya çalışılan tablolar elbette çok
önemlidir. Ama bu konuda da gerçekleri görmezden gelemeyiz.
Altı ay ödemesiz 7,5 faiz oranı, ortalığın güllük
gülistanlık olduğu bir evrede işletmelerin bu faiz oranları finansa erişim
noktasında çok önemli. Ancak ortalık hiçte güllük gülistanlık değildir, en az
bir yıl ötelemeli ve daha makul bir faiz oranı ve daha da önemlisi bugün dünya
panik içinde ne yapacağını düşünüp, yüz milyarlarca dolar, yüz milyarlarca euro
kaynak ayırırken, sağlanan krediler üzerinden alınan %1,5 kredi masrafları
astronomik rakamlardadır.
Can suyu olabilecek finansmana erişim sağlanırken,
işletmelerin mecburiyetlerini fırsat bilerek bu rakamın dayatılması kabul
edilebilir cinsten değildir.
Ayakta tutacağımız her işletmenin milli ekonominin
güçlenmesi açısından son derece önemlidir.
Özel sektör
harcamalarının kısıtlanması ekonominin düzelmesi için yeterli bir kriter
değildir.
Kamu harcamalarının en üsten en alta kadar yeniden revize
edilmesi, ekonomi düzelene kadar da yol, baraj, köprü, kanal gibi projelere ara
verilmesi, devlet bürokrasisi için
yapılan harcama kalemlerinde ciddi bir kısıtlamaya gidilmelidir.
Ve son olarak; Pandeminin zihin açıcı en önemli etkisi ise
kamu sağlığı hizmetlerinin ve doğru düzgün bir sosyal güvenlik sisteminin
vazgeçilemez bir ihtiyaç olduğunu gerçeğini açıkça ortaya koymuştur.
“Hayat Mutsuz Olmaya Vakit Bulamayacak Kadar Kısadır”, dört
duvardan sıyrılmış sağlıklı, mutlu ve ekonomik olarak hiç kimseye ihtiyaç
duymayacağınız bir yaşam diliyorum.
MUSTAFA VURAL
Diyarbakır Serbest Muhasebeciler Mali Müşavirler Odası Başkanı
Kaynak: ekoAbori