Yüksek Seçim Kurulunun İstanbul seçimlerini yenileme kararının gerekçesi geç de olsa açıklandı. YSK’nin gerekçeli kararı büyük tartışmalara konu olurken, Diyarbakır Barosu Başkanı Cihan Aydın, karara ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
YSK’nin 250 sayfalık gerekçeli kararının okunmasın diye uzun yazıldığını belirten Aydın, söz konusu kararın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ve kılıf uydurduğunu söyledi.
Diyarbakır Barosu Cihan Aydın, YSK’nin İstanbul seçimlerinin yenilenmesine dair yazdığı gerekçeli kararını değerlendirdi.
“KARAR, OKUNMASIN DİYE UZUN YAZILMIŞ”
YSK’nin 250 sayfalık gerekçeli kararını değerlendiren Aydın şöyle konuştu: “Tabii söz konusu gerekçeli karar aslında gerekçeli bir karar değil. Hukukta genel bir söylem vardır, eğer siz bir şeyin okunmasını istemezseniz uzun yazın. Burada da kimse okunmasın diye 250 sayfalık bir karar yazılmış. Çünkü bu kararda birçok ayıp var. Hukuk adına adalet adına demokrasi adına seçim adına çok büyük ayıplar var. YSK’nin bu gerekçeli kararında aslında kendi kendini boşa düşüren, yalanlayan birçok tespit var. Bu kararı aslında çoğunluğun azınlığa tahakkümü şeklinde yorumlayabiliriz. Çoğunlukta olan üyeler aslında hiçbir gerekçe ortaya koymadan İstanbul seçimini iptal ettiler ve azınlıkta kalan karşı oy ise bu seçimin neden iptal edilmemesini gerekçeleriyle birlikte ortaya koydular. Ancak çoğunluğu sağlayamadıkları için bu karar verilmiş durumda ve maalesef hukuken de geçerli bir karardır. Çünkü bu karara ilişkin herhangi bir itiraz yolu da yok, karar kesin.”
“KAMU GÖREVLİSİ OLMAYAN SANDIK BAŞKANLARININ HUKUKA AYKIRI BİR İŞ YAPTIĞINA DAİR BİR TEK İTİRAZ YOK”
Kararda üç temel mesele üzerinde bir tartışma yürütüldüğünü belirten Aydın, şunları söyledi: “Bunlardan ilki, kamu görevlisi olmayan kişilerin sandıkta görev almasıdır. Bu konuda 754 sandıktan bahsediliyor. Ama bu 754 sandığın tamamında en az 5 partiden sandık görevlileri var. Söz konusu bu sandıkların hiç birinde de hiçbir partili üyenin, ne AKP ne MHP ne CHP ne de diğer partilerden herhangi bir üyenin itirazı söz konusu değil. Yani kamu görevlisi olmayan sandık başkanlarının hukuka aykırı bir iş yaptığını; seçmeni yönlendirdiği ya da seçmenin iradesinin tam olarak tecelli etmesine engel olduğu yönde hiçbir itiraz yok. Şöyle bir şey olmuş olsaydı; 754 sandığın yarısında, bir kısmında, sandık başkanlarının seçmeni yönlendirdiği, seçmenin iradesinin tecellisine şu şu şekillerde engel olduğu şeklinde ortada somut bir itiraz konmuş olsaydı ve bu itiraz tutanak altına alınmış olsaydı bu yönde bir itiraz yapılabilirdi. Ama böyle bir somut olgu ortada yokken ve sadece sandık başkanı ve görevlileri arasında kamu görevlisi yok diye seçimin sonucuna müessir bir etkide bulunduğunu söylemek mümkün değil.
“BU ÇOK AÇIK BİR ŞEKİLDE KILIF UYDURMADIR”
İkincisi, bugüne kadar geçmiş seçimlerde de benzer itirazlar olmuş ama YSK, seçim sonuçlarına müessir bir durum ortaya çıkmadığı için yapılan itirazları reddetmiştir. Bunu YSK’nin karşı oy kullanan üyelerinden biri de açıkça yazıyor. Bu konuyu YSK daha önceki itirazlarda da karara bağladığını ve hiçbirinde de seçimin iptali konusunda bir kararı olmadığını net bir gerekçe olarak ortaya koymuştur. Dolayısıyla sandık başkanlarının kamu görevlisi olmaması meselesi ve bunun üzerinden üretilen gerekçelerin hiçbirinin hukuka uygunluğu mümkün değildir. Bu çok açık bir şekilde kılıf uydurmadır. YSK maalesef kendisine olan inancı, güveni yerle bir etmiştir.
İL SEÇİM KURULLARININ HATASI SEÇMENE KESİLEMEZ!
Öte yandan sandık kurullarının oluşumunda, sandık başkanlarının kamu görevlisi olup olmamasında vatandaşın bir kusuru söz konusu değil. Vatandaş oy vermeye gittiğinde sandık kurulu başkanının memur olup olmadığını bilmez ve buna göre de başkana güvenmiyorum diye bir şansa sahip değildir. Sandık başkanının vatandaşın oy kullanması sırasında herhangi bir baskısı, yönlendirmesi varsa zaten bu orada bulunan partili görevliler tarafından bir müdahaleye konu olur ve tutanak altına alınır. 754 sandığın hiç birinde de böyle bir itiraz kayda geçmemiş. Dolayısıyla İl Seçim Kurullarının kendi hatasından kaynaklı bir nedenle, hele ki itiraz süresi de tüketilmişse, bunun faturasını dönüp vatandaşa kesmek vatandaşın sandığa yansıyan iradesini yok saymak hukukla bağdaşmaz. Yani burada mızrak çuvala sığmıyor ve bunun hukuka uygun mantıklı, açıklanabilir bir gerekçesi de ortada yok.
KISA KARADA OLMAYAN BİR MESELENİN GEREKÇELİ KARARDA YERİ YOK!
Burada bir başka önemli husus var o da YSK’nin kısa kararında değinilmemiş bir konu gerekçeli kararda kapsamlı bir şekilde işlenmiş. O da sayım ve döküm cetvelindeki hatalar. Kısa kararda olmayan bir hususun gerekçeli kararda sayfalar dolusu yer alması ve buradan gerekçe oluşturulmaya çalışılması tam bir hukuk skandaldır. Siz itiraza konu olmayan ve daha önce değerlendirmediğiniz, üyelerle birlikte müzakere etmediğiniz bir konuyu sonrasında gerekçe olarak yazamazsınız. Zaten karşı oy kullanan bazı üyeler şunu demiş: ‘Kısa kararda bu meseleye değinilmediği için bunu tartışmaya değer bile görmüyorum’. Doğru olan tutum da budur. Bu kararın değerlendirme kısmında çok açık bir şekilde hukuka karşı hile yapılmıştır. Kısa kararda yazmadığınız bir şeyin sonradan gerekçesini oluşturamazsınız. Ama maalesef ki YSK böylesi bir hukuksuzluğa da imza atmıştır. Bu karar, kendi içindeki tutarsızlıklarla, içinde barındırdığı hukuksuzluklarla ileride Hukuk Fakültelerinde derslere konu olacak bir karardır. Kaldı ki tüm bu hukuksuzluklara rağmen karşı oy kullanan üyeler gerekçeli karara düştükleri şerhlerde şunu da ortaya koymuşlardır. Sayım döküm cetvellerindeki, hatalar, eksiklikler, usulsüzlükler vs. nedeniyle tüm bu sandıklarda ikinci kez sayım yapıldı. Dolayısıyla, bahsi geçen yanlışlıklar giderildi, sonuçlar tutanağa geçti ve tüm bunlar sonucu da etkilemedi.”
“706 KISITLI SEÇMEN SEÇİMİN SONUCUNA MÜESSİR DEĞİL”
Kısıtlı seçmen meselesine değinen Aydın, gerekçeli kararı bu yönüyle değerlendirirken, şöyle konuştu: “Kısıtlı kişilerin oy kullanması meselesine ilişkin YSK’nın araştırmasıyla 706 kişinin tespit edildiği ortaya çıktı. Ama söz konusu bu sayı seçimin sonucuna müessir bir etkisinin olmadığı da YSK üyeleri tarafından kabul ediliyor. Tabii YSK’nin 7 üyesinin gerekçesinde söz konusu bu durum seçimin sonucuna etki etmese de seçimin güvenilirliğine bir gölge düşürüldüğü savunulmaktadır. Tabii bu bir yorumdur ve üzerine konuşulabilir ve eleştirilebilir.”
“BU KARARLA YURTTAŞLARIN SEÇİME, DEMOKRASİYE İNANÇLARI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE SARSILMIŞTIR”
YSK’nin İstanbul seçimlerini yenileme kararıyla toplum nezdinde inanılırlığını, güvenilirliğini yitirdiğini ifade eden Aydın, “Vatandaşın YSK’nın bağımsızlığına ve tarafsızlığına olan umudu tamamen ortadan kalkmıştır. Yüksek Seçim Kurulları teknik olarak bir mahkemedir ve üyeleri de yüksek yargıçlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla bu karar nezdinde Türkiye yargısının bağımsızlığı, tarafsızlığı da bir yara daha almıştır. Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ilkesinin çiğnenmesi kervanına Yüksek Seçim Kurulu da katılmıştır. Artık Türkiye yargısı en alttan en üste tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirmiştir. Yargının bugün yürütmenin bir arka bahçesi görünümü vermesi yurttaşların adalete olan güvenini sarsmaktadır. Türkiye yargı güvenliği endeksinde 126 ülke arasında 119’uncu sıradadır. Bu çok acı bir tablodur ve maalesef bu tabloda Afrika’nın kimi kabile devletleri bile Türkiye’nin üstünde yer almaktadır. YSK son kararı ile Türkiye’deki yargı bağımsızlığında, tarafsızlığında tabuta son çiviyi çakmıştır. Yine bu kararla yurttaşların seçime, demokrasiye inançları önemli ölçüde sarsılmıştır. Bu karara yönelik yapılan eleştirilerde öne çıkan, ‘bunun demokrasiye bir YSK darbesi olduğu’ tespitlerine aynen katılıyorum. Darbelerin ille de silah zoruyla olması gerekmiyor. Bazen bir kararla da demokrasiye darbe yapılabilir, YSK örneğinde olduğu gibi. Söz konusu bu kararın Türkiye hukuk tarihi açısından, siyasal tarihi açısından negatif anlamda bir dönüm noktası olduğu düşüncesindeyim.” Diye konuştu.
“YARGI KENDİ İLKESEL KARARLARINI BİR YANA BIRAKIP KONJOKTÜRE GÖRE DAVRANAMAZ”
YSK’nin içtihatları açısından İstanbul kararını değerlendiren Ayın, şu ifadeleri kullandı: “Yargının siyasal konjonktüre göre tutum alması hukuk açısından temel bir problemdir. Dün öyle bir karar aldım ama bugün siyasal koşullar değişti ve böyle diyorum gibi bir lüksünüz yok. Yargı siyasal atmosfere, güç dengelerine göre hareket etmez, etmemeli. Yargı kararları hukuka, anayasaya, yasalar bağlı olarak verilir, verilmelidir. Anayasaya, Seçim Kanununa aykırı bir karar alamazsınız. Anayasa, Seçim Kanunu değişmediği sürece dün öyle dedim bugün böyle diyorum diyemezsiniz. Daha önce aynı konuda aldığınız ilkesel kararı bir yana bırakamazsınız, buna uymak zorundasınız. Süleyman Demirel’in dediği gibi dün dündür bugün bugündür diyemezsiniz. Siyasette bu durum kısmen anlaşılabilir ama bunun hukukta yeri yoktur. Hukuk bu tür keyfiliklere kapalıdır. Yargı kendi ilkesel kararlarını bir yana bırakıp konjonktüre göre davranamaz.”
Ali Abbas Yılmaz-Tigris Haber