Suudi gazeteci Cemal
Kaşıkçı suikastı soruşturması için Türkiye’ye gelen BM Raportörü Agnes
Callamard, şu ana kadar üst düzey görüşmeler gerçekleştirdi. Ziyaret önemli bir
diplomatik adım olarak değerlendirilse de “resmi bir uluslararası soruşturma”
niteliğinde değil. Burada Türkiye’nin ortaya çıkaracağı iddianame ve BM
nezdinde gerçekleştireceği çalışmalar çok daha önem kazanacak.
Agnes Callamard, Birleşmiş Milletler Yargısız ve Keyfi
İnfazlar Özel Raportörü görevini yürütüyor. Ancak Cemal Kaşıkçı dosyası için BM
Genel Sekreterinin veya Güvenlik Konseyinin resmi bir görevlendirmesi söz
konusu değil. Dolayısıyla Callamard’ın şu an yürüttüğü bu çalışma, aslında
soruşturmanın başlatılması konusunda Türkiye’nin resmi bir talebi ve BM’nin
buna onay vermesi söz konusu olmadıkça sınırlı bir etkiye sahip olacak. Kaldı
ki İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da bu konudaki iddianamesini henüz tamamlamış
değil.
Callamard ve beraberindeki heyet, ilk görüşmesini Ankara’da
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ardından Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ile
gerçekleştirdi. Ancak en dikkat çekici görüşmesini MİT Başkanı Hakan Fidan ile
yaptı. Kanımca, Callamard’ın en üst seviyede karşılanması, Türkiye’nin dosyayı
ne kadar şeffaf ve dikkatle takip ettiğini, Kaşıkçı davasına yönelik herhangi
bir endişesinin olmadığını net bir şekilde ortaya koyuyor.
Ankara’daki kaynaklarımdan aldığım bilgilere göre, Callamard’a
tüm olay en başından bugüne kadar dikkatle anlatılmış. Kendisi de “Türkiye çok
dikkatli ve şeffaf çalışmış” ifadesi ile memnuniyetini dile getirmiş. Ancak
öğrendiğim kadarıyla, Callamard’a özel bir sunum yapılmasına rağmen Suudi
Başkonsolosluğundan temin edilen ses kaydı ne dinletilmiş ne de tapeler
kendisine verilmiş. Sadece ses kayıtlarının dökümlerinden oluşan bazı bölümler
sunumda yer almış.
Öte yandan, Ankara’da Kaşıkçı cinayetinin BM’ye sunulmasına
yönelik çalışmalar sürdürülüyor. Ancak iddianame henüz tamamlanamadığı için
biraz bekleneceğini düşünüyorum. Türkiye’nin, Kaşıkçı cinayeti konusunda
uluslararası bir soruşturma başlatılması için resmi bir talepte bulunması
durumunda bu talebin doğrudan BM Genel Sekreterine sunulması gerekiyor. Fakat
Suudi Arabistan’ı ve Veliaht Muhammed bin Selman’ı savunan ABD’nin, Güvenlik
Konseyinden bir karar çıkmasını engelleyebileceği kanısındayım. Türkiye’nin
Kaşıkçı dosyasında da, daha önce ABD’nin Kudüs meselesinde takındığı tavra
karşı geliştirdiği bir diplomatik yola yakın bir stratejiyle yola devam
edeceğini sanıyorum. Üstelik bu sefer ABD içinden de çok ciddi destek alacağını
tahmin ediyorum.
ABD İSTHBARATI KÖR
MÜ?
Bilindiği üzere Suriye’de Ocak ayı içerisinde iki DEAŞ
saldırısı gerçekleşti. Münbiç’teki her iki saldırıda ABD’yi hedef alan aslında
DEAŞ’ın cephe hattının gerisinde hassas hedeflere saldırabilme kabiliyetini
gösteren iyi bir tiyatro oyunuydu. Ancak gördüğüm kadarıyla hiçbir askeri
analist konunun üstüne gitmedi ve bir saha analizi yapmadı.
Bana göre, ilginç olan nokta aslında her iki saldırının da
çok benzer özelliklerinin olmasıdır. Keza her iki saldırıda da Hyundai marka
araç kullanılmış ve her iki saldırı aracının da Şeddadi’ye giden 80
kilometrelik mesafeyi yol kenarındaki birçok kontrol noktasını geçerek
yapmasıdır. Bahsetmiş olduğum bu kontrol noktalarında Amerikalıların SDG’ye
vermiş oldukları Lenco Bear Cat marka zıhlı araçlar bulunmakta ve bu araçlar
içinde bomba düzeneklerini tespit edebilen radyo frekanslarını kontrol eden
cihazlar bulunmaktadır. Bu da demek oluyor ki; bu saldırıyı gerçekleştiren
araçlar her nasılsa gözden kaçırılmış.
Dikkat çeken bir başka nokta ise DEAŞ’ın, Hacin kenti
yakınlarında sıkıştırılmış olmasına ve sıkı güvenlik önlemlerine rağmen bu
bölgeye sızabilmeyi nasıl oluyorsa başarmış gözükmesidir. Bu perspektiften
bakıldığında da elbette akla şu sorular geliyor: 7 bin kişilik bir istihbarat
ordusu kuran ABD askeri istihbaratının gözü kör müydü bu kadar olay olup
biterken? Terör örgütü YPG ve SDG’nin kontrolündeki bölgelere giriş çıkışların
bu kadar sıkı denetlendiği bir ortamda bu olaylar nasıl oluyor da
gerçekleşebiliyor? Zira bu bölgeler 2016’dan beri DEAŞ’ın elinden kurtarılmış
yerlerdi. Bu demek oluyor ki DEAŞ sızarak, plan yaparak ve gözlemleyerek SDG
kadar koalisyon güçlerine de saldırabildi. Kanımca, bu saldırı aynı zamanda
DEAŞ’ın istihbarat toplama kabiliyetine işaret ediyor. Belli ki Suriye’deki
kuklacı kimi oynatmak istiyorsa, sırasıyla onu oynatıyor.
WASHINGTON’DA
KURUMSAL GERİLİM
ABD’li istihbarat yetkililerinin salı günü Kongre’de sunduğu
değerlendirmelerde birçok konu başlığı söz konusu. Bunları şöyle sıralandırmak
gerekirse; Kuzey Kore’nin “nükleer silah ve üretim kabiliyetlerinin tamamından
vazgeçmesi pek mümkün değil”, DEAŞ’ın “hala binlerce savaşçısı var”, İran bu
zamana kadar nükleer anlaşmaya uydu ve Rusya “Batılı siyasi ve güvenlik
kurumlarını parçalamakta kararlı”… Bu değerlendirmeler Başkan Trump’ın
açıklamalarıyla zaman zaman çelişen yorumlar içeriyor. Kanımca, aslında dış
politikasına yeni bir yön vermeye çalışan Beyaz Saray açısından da yeni
sıkıntılar doğurabilir.
Ulusal İstihbarat Direktörü Dan Coats, CIA Direktörü Gina
Haspel ve FBI Direktörü Christopher A. Wray, ABD’nin savaş meydanında elde
ettiği başarılara rağmen DEAŞ’ın hala bir tehdit olduğu konusunda hem fikir
gözüküyor. DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de hala binlerce savaşçısı ve dünya genelinde
de binlerce destekçisi olduğu belirtilirken ABD’nin terörle mücadele
operasyonlarının azalması durumunda örgütün yeniden canlanabileceğini ifade ediyorlar.
Özetle ABD kurumları Trump üzerinde şimdiden çok yönlü baskı kurmaya başlamış
durumda. Açıkçası, DEAŞ meselesini İran, Rusya ve Kuzey Kore meselesinin dahi
önünde görüyorlar.
İSVEÇLİ ŞİRKET NEYİN
PEŞİNDE
Terör örgütü PKK ve onun Suriye şubesi YPG/SDG güçleri Şam
ile müzakereye ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne önem verdiği iddiasına rağmen
ayrılıkçı uygulamalarını sürdürüyor. Yani bir taraftan ABD çekileceğim dese de,
diğer taraftan bölgede merkezden kopuk bir yapı kurgusu devam ediyor. Bu çerçevede
son olarak İsveçli bir şirketle anlaşarak Irak Kürt bölgesinden Suriye Haseke
kentine internet hattı çekildi. Sahadan aldığım bilgilere göre, “R-Cell” adlı
İsveçli şirket, özerk idarenin izniyle Irak Kürt bölgesinden çektiği fiber
kablolarla Haseke’de faaliyet göstermeye başladı. İnternet ağının Malkiyye,
Cevadiye, Kahtaniye, Kamışlı ve Amude’de 4-G teknolojisiyle hizmet vermeye
başladığı haberleri de geliyor. Elbette bu bilgiler İsveçli firmanın bu hizmeti
kimin desteğiyle ve ne maksatla hangi finansal destek kullanılarak
gerçekleştirdiği sorularını aklımıza getiriyor.
ÖZEL TEŞEKKÜR
Geçtiğimiz hafta Afrin’de Sevgili arkadaşım Mehmet Akif Ersoy ile, bölgedeki Kürt siyasetçiler, kanaat önderleri, Arap aşiret liderleri, Türkmen siyasetçiler, Afrin’deki sağlık ve din hizmetlerinden sorumlu yetkililerinin kendi dillerinde konuştukları eşsiz ve doğaçlama bir program gerçekleştirdik. Bizlerin güvenliğini sağlayan isimlerini teker teker belirtmekte zorlanacağım, bu kahraman arkadaşlarımıza çok teşekkür ederim. Buna ek olarak, El-Bab’da yaşadığım rahatsızlık nedeniyle hızlı müdahale edilmesine yardımcı olan Gaziantep Vali Yardımcısı Şenol Esmer’e ve El-Bab’daki Sağlık Bakanlığımızın Hastanesinde görev alan doktorlarımız Dr. Hülya Çiğdem Köroğlu, Dr. Fatih Eroğlu ve Dr. Hüseyin Gürbüz’e teşekkürlerimi sunuyorum. Onlar sayesinde ilk müdahalem hassasiyetle yapıldı. Son olarak, beni El-Bab’dan Gaziantep Havaalanına yetiştiren ve bir an dahi olsun yanımdan ayrılmayan değerli kardeşim Ahmet Alkan’a da özel teşekkürlerimi iletiyorum.
(Çetiner ÇETİN’in Yazısı-Habetürk)