Amerika birleşik devletleri başkanı Donald Trump’un “Suriye’den çekiliyoruz” açıklamasıyla başladı her şey. “5 bin tır dolusu ağır silah” verdiği, stratejik müttefikimiz dediği, Türkiye’ye değiştiği YPG’yi terk mi ediyordu Amerika?
Soğukkanlı ve doğru analiz etme yerine, duygularını realite zanneden Türk basını ve stratejik düşünce merkezlerinde, genellikle olduğu gibi yine yanılgıyla, bilgisizlik ve öngörüsüzlükle bir bayram havası esiyordu. “Amerika ve batı; Türkiye’nin baskılarına dayanamamıştı” zafer çığlıkları atılıyordu.
Gerçekten de öyle miydi?
Amerika’da liderler yerine sistemler vardır. Gelen lider ne kadar güçlü olursa olsun günlük politikalar uygulamaz, sistemin hazırladığı elli-yüz yıllık programları uygular. Bu nedenle de Trump’un aldığı gibi görünen karar bir strateji değil taktiksel “çekilme”dir.
Amerika bunca yıldır yerleşmeye çalıştığı Ortadoğu’dan, özellikle de Rusya’nın sıcak denizlere indiği, üsler kurduğu Suriye’den neden çekilsin?
Tam da İran’a ambargo uygulamışken, Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşarak ve İsrail sınırına dayanan İran’a Suriye’yi neden terk etsin?
Suriye savaşı maliyetini Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerine ödetmeyi kabul ettirmişken, Suriye’yi neden terk etsin?
Bu soruları daha da çoğaltarak alt alta yazdığımızda bu çekilmenin Türk basını ve stratejik düşünce kuruluşlarının gördüğü gibi pek de inandırıcı gelmediğini görebiliriz.
Peki, ne oluyor?
Amerika ve batının enerji ihtiyacı var bu enerjinin elde edilebileceği yer de Ortadoğu. Şangay beşlisi ve İran’ın enerji yolları üzerindeki hâkimiyeti batının enerji güvenliğini tehlikeye soktu, Rusya ve İran’a bağımlı hale getirdi. Rusya’nın doğal gaz aracılığıyla Avrupa’yı tehdit etmesi ve aynı dönemde Ukrayna’da gazı keserek rejimi değiştirmesi batıyı endişelendirdi.
2007 yılında yazdığım bir makalede “Amerika Musul-Kerkük ve Kürdistan’da yeni bulunan doğal gaz ve petrolleri Suriye üzerinden Akdeniz’e taşıyarak bu tehdidi bertaraf etmek istiyor. Bunun için de önce Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürdistan kuracak sonra da Kürtlerin yaşadığı Suriye’nin kuzeyinde bir ayaklanma başlatarak bu bölgeyi de bağımsız Kürdistan’a bağlayarak gaz ve petrolü Lazkiye’nin kuzeyinde (İdlib) Akdeniz’e taşıyacak” demiştim.
Amerika Türkiye’nin İncilik kozuna karşılık ve alternatif olarak, Erbil’in hemen kuzeyinde Harir bölgesinde büyük bir havaalanı ve üs inşa ederek hizmete soktu. Özellikle İran’a da yakın olması nedeniyle bu askeri üssün önemi ortaya çıkmaktadır. Büyük operasyonlara buradan askeri müdahaleleri yapabilir.
Türkiye önce bu projeye Suriye’de rejim değişikliğini hedef alarak, bilerek veya bilmeyerek içinde yer aldı, yabancı İslamcı grupların Esat’a karşı savaşına sempatiyle baktı ancak daha sonra Rusya ve İran’la ittifaka girerek “Suriye’nin toprak bütünlüğüne tehdit, Türkiye’nin bekasına tehdittir” şiarına döndü.
Ancak sahada kartlar dağıtılmış, görevler taksim edilmişti. Muhtemelen Rusya 1918 yılında vazgeçip deşifre ettiği yeni bir Sykes-Picot antlaşmasıyla istediği “Akdeniz’e inme ve üs kurma” gayesine ulaşmıştı. Bu anlamda Rusya’nın stratejik bir müttefik olabilme ve güvenilirliği tartışılmalıdır.
Rusya bu tavizler karşılığında da YPG’nin kontrolündeki bölgelerin güvenliğini Suriye hükümetince sağlaması ve akabinde de ÖSO ve İdlib bölgesine yoğunlaşan cihadist gruplara karşı YPG takviyeli Rejim güçleri operasyonuna destek sağlayabilir. Bir süre sonra da Afrin, Cerablus ve el Bab bölgelerinde Türkiye ile rejim güçleri karşı karşıya getirilebilir.
Amerika çekilirken Türkiye’ye İŞİD’i yok etme tuzağını verdi, Türkiye’nin bu görevi yerine getiremediği iddiası üzerine yapılacak İdlib operasyonuna destek sunarak kuzey Suriye topraklarında yeniden aktif rol alabilir, uçuşa yasak bölge ilan edebilir.
Amerika’ya kafa tutarız, Rusya’yı dize getiririz hamasetlerine Çinli stratejist Yang Sheng, “Türkiye, sınırlı gücüyle ABD, Rusya ve Çin arasında oyun oynamak konusunda dikkatli olmalıdır. Gücünün ötesinde bir oyuna girmesi, zarar görmesiyle sonuçlanabilir” sözleriyle karşılık veriyordu.
Bu anlamda bölgede Kürtleri kaybeden Türkiye, olası bir operasyonda Suriye’deki aşiretlerden de beklediği dostluğu görmeyebilir, tek başına kalabilir. Bu durum beraberinde başka bazı güvenlik sorunlarını da yaşatabilir.
Ülkelerin dış politikaları duygusallık ve düşmanlıklar üzerine kurulduğunda, iletişim kanalları kapatıldığında, yanlışa düşmeleri ve yalnızlaşabileceği sonucunu da iyi hesap etmelidir.
Dizilerle, hamasetle diri tutulmaya çalışılan duygular ters dönünce yüz yıllar süren bir psikolojik yıkıma neden olabilir. Onun için yol yakınken dış politika yeniden gözden geçirilmeli, sistemden nemalanan basın-yayın ve stratejik düşünce kuruluşlarının gazına gelmeden alternatifler ortaya konarak hareket edilmeli ve en kötü senaryoya hazırlıklı olunmalıdır.
(Nevzat BİNGÖL’in yazısı)