Erbey’in Tahir Elçi’ye ilişkin daha önce kamuoyunda yer almayan dikkat çekici özelikleri kitapta bulunuyor.
Erbey, kitabı Tahir Elçi gibi kıymetli bir neslin yetişmesi için hazırladığını söyledi
Tahir Elçinin yaşam öyküsünü kitaplaştıran yazar Muharrem Erbey’le, okurlarıyla buluştuğu imza gününde bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşiyi siz değerli okurlarla paylaşıyoruz.
Öykülerle ne tanışman tanıştın?
Çocukken dinlediğim masallar vardı. Kışın özellikle 15 Şubat tatilinde Hazro’da anneannemin yanına gittiğimde kar yağardı. Yanan sobada ısınırken, çıra ışığında bize Kürtçe masallar anlatırdı. Dinlediğim Kürtçe masallar, bir süre sonra ben uykuya daldığım için yarım kalırdı. Sabah uyandığımda anneannem bana anlattığı, yarım kalan masalları tamamlamaya çalışırdı. Bu anlatımlar çocukluğumda beni etkiledi.
Yazarlık serüveniniz nasıl başladı ve devam etti?
13 yaşındayken, 1981 yılında ilk öykümü İstanbul’da bir dergiye gönderdim. Orada yayınlandı ve 3-5 lira telif ücreti aldım. Ondan sonra sürekli okuma yazma serüvenim devam etti. Üniversite yılları daha sonra avukatlıkla beraber, insan hakları mücadelesine, siyasete girdim. Bu arada sürekli yazıyordum. Kitap okuyordum. 1998’de ilk öykü dosyamı varlık dergisine, yayınevlerine göndermeye başladım. İlk öykü kitabımı 2004 yılında yayınlandı. Daha sonra ikinci öykü kitabımı yazdım. İnsan hakları mücadelesi içindeydim. Daha sonra cezaevi süreci başladı. Ama ben yazmayı hiç bırakmadım. Gazetelere, dergilere yurt içinde, dışında çok sayıda röportaj, öykü denemelerim yayınlandı. Türkçenin dışında İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça, Norveççe, İsveççe, İspanyolca, İtalyanca dillerinde makalelerim ve denemelerim yayınlandı. Yakın zamanda iki öykü kitabım çıktı. Bu kitaplar şimdi ikinci baskıya girmek üzere.
Arkadaşım, dostum, sevgili Tahir Elçi’nin anısını yaşatmak amacıyla da, Tahir Elçi biyografisini hazırladım. Yazmayı seviyorum. Hikâye anlatmayı seviyorum. Yazmak beni daha anlamlı hale getiriyor. Daha dolu hale getiriyor. Yazıyorken daha iyi hissediyorum. Kürtlerin sözlü edebiyat geleneğine karşın, yazılı hale gelmeyen çok sayıda kültürel değerlerimiz var. Yazma ihtiyacı hissediyorum. Bir eksikliği giderdiğini düşünüyorum. Çünkü yazmak gerçekten de bir terapi gibi. Zengin kültürel bir değerimiz, mirasımız var. Bu mirası yaşatmamız lazım. Elimde şu an Amed üçlemesi adıyla yazdığım, bitirmek üzere olduğum üç ciltlik uzun devasa bir roman var. Kürtlerin son yüz seksen yılını anlatan bir roman Günahkârlar Kalesi diye başlayan, bir, iki, üç diye başlayan bir roman. Yakın zamanda ilk cildi yayınlanacak. Bundan sonra edebiyat serüvenim, mücadelem devam edecek.
Öykülerinizin konularını nasıl seçiyorsunuz?
Hikâyeler bizim coğrafyayla ilgili, Kürtleri, Sur içini, yaşadığımız coğrafyayı anlatan, herkesin kendini içinde görebileceği öyküler. Tabi insan yaşadığı, gördüğü, hissettiği şeyi yazar. Ben kendi coğrafyamı yazdım. Öğrenci olarak İstanbul’a gittim ve İstanbul’da okudum. İstanbul’da yaşadıklarımı yazdım. Dolayısıyla yaşadığımız, hissettiğimiz, acı olarak karşımıza çıkan, trajedi olarak karşımıza çıkan her şeyi hikâyeleştirmeye, yazmaya çalıştım.
Ne zaman yazıyorsun? Yoğunlaşma zamanınız nasıl oluyor ve bunları ne zaman yazıya döküyorsun?
Genelde gece çalışıyorum. İş yerimden eve döndükten sonra, bir süre uyumayı tercih ediyorum. Zihnimi boşaltmaya çalışıyorum, sonra çalışma odama çekiliyorum. Bir süre müzik dinliyorum. Konsantremi sağlayan bazı müzikler var onları dinliyorum. Daha sonra da okumaya yoğunlaşıyorum. Yazma süreci kesintisiz bir süre devam ediyor. Bazen bir ay, iki ay, üç ay devam ediyor. Bazen kesintiye uğruyor. Bir yere gidiyorsunuz. Konsantreniz bozuluyor, dağılıyor. Üç gün beş gün bazen bir ay ara vermek zorundasınız. Toparlamak da zor oluyor. Kendimi kaptırdığım zaman sürekli yazma ihtiyacı hissediyorum.
Ne tür kitaplar okuyorsun?
Roman, araştırma-inceleme, Kürt meselesiyle ilgili çok yoğun kitaplar okuyorum. Yaptığım bütün çalışmalar, romanlar, hikâyeler bizimle ilgili, bu coğrafyayla ilgili. Çok fazla politik olayları ön plana çıkarmadan ama yine bu coğrafyayı, bu coğrafyada yaşayan insanların onların meselelerini, dertlerini anlatmaya çalışıyorum.
Tahir Elçiyle, İHD’den beri uzun bir birlikteliğiniz oldu. Tahir Elçiyle ne zaman tanıştınız?
Staja başladığım 1996 yılında tanıştım ve vurulduğu tarihe kadar da arkadaşlığımız, dostluğumuz devam etti. Cezaevine girdiğim zaman da kendisi beni ziyaret ederdi. Avukatlığımı da yaptı. Aile dostumuzdu, arkadaşımızdı. Görüşüyorduk. Gidip geliyorduk. Birbirimize benzer çok yönümüz vardı.
Değerli bir insandı, değerli bir hukukçuydu, değerli bir aydındı. İşini iyi yapan bir hukukçuydu. Hukuk oluşumu adına çok önemli davalar takip etti. O davaların peşinden gitti. Dolayısıyla Tahir Elçiyi yazılı hale getirmek, belleğe dönüştürme ihtiyacı hissettim. Önemli çabaları oldu. Bu çabasını ölümsüz hale getirmek için, eşinden, ailesinden, dostlarından görüş alarak, onlarla görüşerek, onlarla röportajlar yaparak Tahir Elçinin hayatını, 49 yıllık ömrünü yazmaya çalıştım. Onların dilinden, onların ağzından yazmaya çalıştım. Tahir Elçi bizim belleğimiz. Hukuk belleğimiz, insan hakları belleğimiz. Yaptıklarının unutulmaması için, Yeni Tahir Elçilerin yetişmesi için yazma ihtiyacı hissettim. Biz Tahir Elçiye gerçekten borçluyuz. Tahir Elçiye barış borcumuz var. Kitabı onun gibi yeni Tahir Elçilerin yetişmesi için hazırladım.
Tahir Elçi’yi yeni kuşaklara anlatmak gerekirse, onu nasıl tarif edersiniz?
Zor şartlarda okula giden, inşaatlarda, abisinin bakkal dükkânında çalışan, dişiyle tırnağıyla, kazandığı üniversiteyi okuyup bitiren; Kürtlüğünden, demokratlığından, hümanistliğinden asla ödün vermeyen biriydi. Ayrıca; herkese güven veren ve işini iyi yapan; iyi bir hukukçuydu. Çok araştıran, çok sorgulayan biriydi.
İnsan hakları mücadelesinde uzman bir kişi haline geldi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden çok sayıda emsal karar çıkardı. Dolayısıyla yeni gençlere yeni avukat olanlara, insanlara onun nasıl yetiştiğini, nasıl bu aşamaya geldiğini okusunlar, görsünler, tanısınlar diye bu çalışmaya başladım.
Tahir Elçi tarihi eserlere nasıl yaklaşıyordu?
Entelektüel bir insandı. Kültürel birikimlere, kültürel değerlere meyili vardı. Cizre’de doğdu büyüdü. Cizre’de de tarihi eserin olduğu bir yerdir. Bu açıdan, Cizre Diyarbakır’ın bir prototipidir diyebiliriz. Bu kültürel değerlere karşı aydın olarak kendini sorumlu hissetti. Aydın bir hukukçu olarak bunun gereğini yaptı. Dört Ayaklı minareyi ayaklarından vurdular. Tarihin olduğu yerde çatışma istemiyoruz, tarihi eserler yıpranmasın; bu tarihi değerleri yıkmayın, parçalamayın, zarar vermeyin, bunlar bizim değerlerimiz, bu kültürel miras hepimizin diye yaptığı basın açıklamasında vuruldu. Bir miras bıraktı. Mücadelesiyle, pratiğiyle, hukukçu kimliğiyle, duyarlılığıyla, kültüre, sanata yaklaşımıyla örnek oldu.
Kitabınızda Tahir Elçinin hayatını detaylı inceliyorsunuz?
Tahir Elçinin kitabını yazmaya başladıktan sonra herkes bana sordu. Tahir Elçi nasıl vuruldu diye. Bende Tahir Elçi nasıl vurulduğunu değil ben onun nasıl yaşadığını yazıyorum. Çünkü göz ardı edildi Tahir Elçinin hayatı. Herkes vurulduğu ana kilitlendi, pek tabii ki o anda önemli. Herkes tarafından bilinen ve yazılan şeyler. Nasıl kendini yetiştirdiğini, hangi zor şartlarda yetiştiğini, nasıl iyi bir hukukçu, baba, eş, ev arkadaşı olduğunu anlatmaya çalıştım. Bunu biraz daha zihnimizde canlı kılacak, daha güzel bir Tahir Elçi portresi ortaya çıkarmaya çalıştım.
Tahir Elçinin hayatında böyle çok ilginç, çarpıcı gelen yaşam öyküsünden bir parça anlatır mısın?
Tahir Elçi İstanbul’a gidiyor. Orada inşaatlarda çalışmaya başlıyor. Daha sonra orada Şırnaklı Kürtlerle tanışıyor. Sohbet ediyor bakıyor ki, üniversite kazanmışlar. O da, İnşaatta çalıştığı parayla üniversite hazırlık dergileri alıyor ve Cizre’ye geri dönüyor. Aylarca eve kapanıyor ve üniversiteyi kazanıyor.
Tahir Elçiyle meslektaştınız, uzun zaman birlikte de çalıştınız. Ölümü sizde nasıl bir duygusal etki yarattı?
Kitabın girişinde de anlatmıştım. İçimizden bir parçayı kopardılar.. Tahir Elçi gibi insanlara ihtiyaç var. Az yetişiyor. Dolayısıyla Tahir Elçinin yokluğu bizi mağdur etti. Onun eksikliğini hissediyoruz. Tabi yakın arkadaşımız dostumuzdu, çaresizlik, eksik hissettim. İçim burkuldu. Değerli biriydi. Baro Başkanı olmasının dışında kıymetli bir hukukçuydu. Günlerce kendimize gelemedik. Sersem gibiydik. Konuşamıyordum. Büyük bir acıdır. Büyük bir travmadır. Bir boşluktur hepimiz açısından. İyi bir hukukçuydu. İyi bir aydındı. Hümanist bir insandı. Duyarlı bir insandı.
Tahir Elçi paylaşımcı birisi miydi?
Tahir Elçi için konuştuğum arkadaşları dostlarıyla çok paylaşımcıydı. Öğrenci evinde, üniversite de, köyde, Cizre’de, herkes ondan hiçbir şeye itiraz etmez, kavga etmez, yemek ayrımı yapmaz. Sessiz sedasız işini yapardı. Elindeki imkân ve olanakları dostlarıyla, arkadaşlarıyla paylaşırdı.
Birçok davaya girdi. Avukatlığını üslendiği kişilerden maddi durumu iyi olmayanlardan ücret de talep etmeden girdiği davalar oldu mu?
Tabi girdiği birçok dava dosyasında yoksul insanların davalarının birçok aşamasında sonuna kadar takip etmiş, herhangi bir ücret de talep etmeden yıllarca, sonuna kadar bu davaları takip etmiştir.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Gençler okusunlar sorgulasınlar, araştırsınlar, ne yaparlarsa işini çok iyi yapsınlar. Tahir Elçinin en önemli özelliği; yaptığı işini çok iyi yapmasıydı.
Teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ediyorum.
(Mümin AĞCAKAYA’nın Özel Röportajı)