Çözüm sürecini değerlendiren AK Parti eski Diyarbakır Milletvekili ve MKYK üyesi Abdurrahman Kurt, AK Parti’nin, Türkiye’de Kürt kimliğinin, devlet nezdinde ilk tescilinin yapıldığı yer olduğunu ifade ederek, “Bunu yaparken Yüce Divan’da yargılanmalarını ve darbe teşebbüslerini göze alarak yapmışlardır. Bu öyle hadi yapmaya niyetlendim de yapayım tarzda şeyler değil. Bu Kanla, canla, bedelle, emekle yapılan şeyler bunlar” dedi.
2012-2015 tarihleri arasında yaşanan Çözüm süreci döneminde Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu Bölgesi Grubu Üyesi olan AK Parti MKYK Üyesi Abdurrahman Kurt, katıldığı bir TV programında çözüm sürecini enine boyuna değerlendirdi.
“ÇÖZÜMÜN SADECE İÇERDE BİTMEDİĞİNİ GÖRDÜK!”
Kurt, Çözüm sürecinde, çözümün sadece içerde bitmediğini gördüklerine şahit olduğunun altını çizerek, şunları söyledi:
“Çözümde kasıt, bu ülkede silaha dayalı arayışta olanların, terörü bir yöntem olarak kullananların sonlanmasına ilişkin devletin kendi hatalarından feragat ettiği onları onarmak için büyük bir iştahla ve motivasyonla yola çıktığı bir dönemde işin sadece burada bitmediğini. Örnek olarak bir NATO, bir Avrupa iltisağı, bunların yönlendirmesi gibi burada Türkiye’nin biçilmiş bir kaderi vardır ya; ‘Büyürsen budayın, Kurursa sulayın’ şeklinde izah edilmiş. Çözüm sürecinde büyümeye kalkan Türkiye’nin başına geleceklerinin bir provasını yaşadık aslında. Bu bizim motivasyonumuzu kırmamalı, hedefe doğru gittiğimizin tam tersine motivasyonu olmalı. Çünkü biz şunu gördük; Biz bir şey başarıyoruz. Onun için bu kadar engel çıkarılıyor. Dolasıyla çözüm sürecinin içerisinden okuduğumuz zaman olayı bir dönem aslında dışarıda başlamış içerde yoğunlaşmış problemin bir dönem sonra bunu çözmek için yola çıktığını söyleyenlerin nasıl dışarıda bu sorunu yaratanların güdümüne girdiğini örneğin PKK’nın silah bırakma yeteneğinin kendi başına olmadığını, olamayacağını, Batılı ülkelerin buna müsaade etmediğinin göstergesi oldu. Bu karışık gelebilir. Bir örnek vermem gerekirse, Fransa’da 3 kadın militan öldürüldü, Şimdi bu ölüm çok ilginçtir. O dönemi bir hatırlama gereği hissediyorum. Habur sonrası özellikle Avrupa’dan gelişlerinde organize edildiği bir dönem. 300 küsur PKK’lının tespitli suçlardan Türkiye’ye giremeyeceğine yönelik bir alan var. O arada Batılı güçler bu işin içerisine girmek istiyor ama bizimkilerde yerli ve milli olmasını istiyordu ki bunun en büyük örneği Oslo idi zaten kaygısıyla bunu yerli ve milli çözmek istiyorlar. Burada bir baskı var. Örgütte hiçbir zaman masanın başına oturmamakla birlikte Habur’da yaptıkları yanlıştan dolayı bir acaba sorgulaması getiriyordu o dönemde. O dönemde Türk MİT’inden biri Fransa’ya gidip 3 kadın militanı öldürüyor! PKK’ya sızmış birisi. Peki, kim bu? Ömer diye biri. Ve Fransa hemen bunu yakalıyor. Peki, Ömer’e ne oldu? İşte Ömer Cezaevinde iken beyninde tümör vardı öldü! Ve bu olay kapatıldı. Bu bizzat Fransa’da yaşanan bir olay. Şimdi burada sorun neydi? Burada PKK’ya bir mesaj verildi. ‘Siz bizim içinde olmadığımız bir barış sürecini yürütemezsiniz! Yürütürseniz Avrupa’da yaşayamazsınız’ O mesaj alındıktan sonra süreç tamamen çığırından çıkar bir hale geldi.
“SURİYE VE DİĞER OLAYLARLA BİRLİKTE ÇÖZÜM SÜRECİ RESMEN BİTTİ”
Suriye ve diğer olaylarla birlikte çözüm süreci resmen de bitti. Aslında onlar hiçbir zaman bu işin içinde olmamışlardı. Bu gerçeği de konuşmadık ama konuşmak gerekir. Böylesi bir süreçti bu. İlk ateşkesi hatırlıyorum. Öcalan 2010 Kasım’ı gibi bir ateşkes ilan etmişti. 2011 Haziran’daki seçimlere kadar olan uzun bir ateşkes idi. Ben o zaman Mecliste İnsan Hakları Komisyonu sözcüsüyüm. O dönem Almanların bir yemek davetine katıldım. Orada, benim bazen Kürt meselesine ilişkin ifadelerim o dönem AK Parti’yi de aşan ifadelerdi. Gerçekçi olmak gerekirse. O zaman bana soruldu; ‘Öcalan bu kadar uzun süreli bir ateşkesi neden ilan etti?’ Bu sadece AKP’nin işine yarar’ Ben tabi şaşırdım. Çünkü insan hakları merkezli çalışan her örgüt şunu bilir ki ateşkes her halükarda iyidir. Çünkü bir gün bile olsa insan ölmeyecek, bir gün can kaybı olmayacak ve bir gün terör yaşanmayacaktır’ demektir. Bu soru bana garip gelmişti. Ben biraz daha konuşsun diye özellikle sustum. Ama yok. İşin rengi öyle değildi. Sadece AK Parti’ye yarayan bir barışın bir insan hakları savunucusu tarafından karşı çıkılması zaten düşünülemez. Ama batılı bir gücün bundan tepki ile bahsetmesi o oda ayrı bir hikâye! Ben anladım ki, bunlar bu işi bozacaklar. Bunu ben içerideki yetkili arkadaşlarla konuştum. Ben bunu paylaştığımda da ‘bana bizim böyle istihbaratlarımız var’ zaten dediler. Bende eğer sıkıntı yaşarsak ben bunu deşifre ederim. Ve gerçekten 15 gün sonra Öcalan Asrın Hukuk Bürosu ile yaptığı görüşmesinde; ‘Ben Haziran dedim ama o dönem birkaç tane şart koşmuştu. Bu şartlarım yerine getirilmezse bunu Mart’ta gözden geçireceğim diye bir şey söylemeye başlayınca. Ben o dönem bunu deşifre ettim. Avrupa’nın önemli bir ülkesi bu ateşkesten rahatsız diye. Basında manşet olacak şekilde verdim. Öyle bir ilginç durumdur bu. Sonra ben uzun yıllar örgüt içinde kalmış bir arkadaşımla Avrupa’da karşılaştım. Örgütten ayrılmıştı. Benim 25 yıllık arkadaşımdı. Ona sordum; Bu mesele nasıl çözülür, Güvense Türkiye’de her sorunu her yere götürebilecek bir imkanım var. Çok şükür. Sende o tarafa taşıyabilirsin. Acaba bizde bu sürece katkı sunmak için bir şey yapmamız gerekir mi? Diye sorduğumda bunu şunu söylemişti: “Ben korkarım ki bu iş bizi aşar. Bu iş Türkleri ve Kürtleri aşacak kadar büyümüş, ben oradaki tecrübelerimden biliyorum’ diye ifade etmişti. O dönem Batılı güçlerin şahinliklerinden dem vurmuştu. Dolayısıyla bir kere bunu da görmek durumundayız. Böyle bir gerçekliğimiz var”
Çözüm süreci kime yaradı?
“ÇÖZÜM SÜRECİ AK PARTİ AÇISINDAN BİR ŞEREFTİR”
Çözüm sürecinin AK Parti açısından büyük bir şeref olduğunu ifade eden MKYK üyesi Kurt, “İlk defa yüzleşmeyi gerçekleştirmiştir. Kürt sorunu yoktur’ diyor ya Sayın Cumhurbaşkanımız, O Yoktur’ deme gücünü elde ettiği alandır o. Çünkü sadece çözüm süreci değildir. Ak partinin elde ettiği kazanımların en son açılımının adıydı Çözüm süreci. Daha önce demokratik açılımlar milli Birlik ve Kardeşlik projesi var. 2002 yılından beri AK Parti Türkiye’de toplumsal sorunlarla yüzleşmek ve çözmekle ilgili adımlar attı aslında. Türkiye daha önce bunları çözmek yerine yönetmekle ilgili bir alandaydı hep. Bunu yönetenlerde Türkiye’de devleti ele geçirme noktasında olan veya vesayet odaklarının zaman zaman darbe yapmak için kullandıkları bir argümana dönüşmüştü. Bunu biz 2002 yılından sonra yani AK Parti iktidarından sonra ilk darbe teşebbüsünden sonra bence bunu gördük. O süreçte bunlar tekrar bir kaos ve kargaşanın unsuru olma adına sahaya sürüldü ki 99 yılında 500 militanın hiç kurşun atmadan öldürüldüğü halde çıkmalarına karşın 2004 yılında çok sayıda militan sorunsuz bir şekilde içeri girdi ve olaylar tırmanmaya başladı. Biz orada anladık ki, bu AK Parti’ye yönelik bir operasyonun başlangıcı. Oradan baktığımız zaman terör aslında Türkiye’de hiçbir zaman hiçbir şeyin çözümü olmayacağı da devlet tarafından bilinen bir şey. Teröristte silah var, sende de tank vardır. 40 yılı aşkın bir süredir terörle, şiddetle, kanla, gözyaşı ile bir şeyler yaratmaya çalışanların elinde hiçbir şey olmadığını görebiliriz. Ama bugün Irak Kürdistan’ın da o insanlar hiç teröre bulaşmadan gerçekten daha temiz bir direnişle ellerindeki imkanlar ortadadır” diye konuştu.
“TÜRKİYE KÜRTLERİNİN AYRILMA GİBİ BİR DERDİ HİÇ OLMADI”
“Türkiye Kürtlerinin ayrılma gibi bir derdi olmadığını herkes biliyor” diyen Kurt, şunları söyledi: “Türkiye’deki Kürtlerin en önemli unsuru diğer ülkelerdeki farkı Türkiyelidirler. Yani Türkiyeli kimliği vardır. Ama Türk değillerdir. Şimdi Türkiye olmak ile Türk olmak arasındaki fark önemli bir şey. Çünkü Türkiye’deki Kürtlerin çoğu batıda yaşıyor. İstanbul en büyük Kürt şehri haline gelmiş. Beni her seçimlerde Mersin’e, Antalya’ya, Adana’ya ve Bursa’ya çağırırlar. Önemli bir seçmen topluluğudur. Batı illerinde de siyasetten bir güçtürler. Dolayısıyla Türkiyelidirler. Bu teretoryel anlamda çözüm arayışında olanlar Kürtlerin dağınıklığını alternatif olarak sunduklarında bunun için Öcalan 2009 yılında, ‘Kürtlerde artık memleketlerine geri dönsünler’ ben buradaki Kürt arkadaşlara bakın sizi çağırıyor’ gidin! Dediler ki, nereye gidiyoruz! Burası bizim memleketimiz, çocuğumuz çoluğumuz evimiz barkımız burada biz buralıyız. Biz bunu istemiyoruz. Bu anlamda Türkiye’deki Kürtlerin bir teretoryal arayışı yok. Ama yerinde yönetimlerin güçlendirilmesi, temsili demokrasinin gereğinin yerine gelmesi, İstanbul’da da Diyarbakır’da da var olduğu kadar temsil edilmesi gibi arayışları var. Şimdi burada HDP ya da PKK Cenahının söylemde sanki birlik içindeymiş gibi davranıp eylemde de ayrılıkçı bir duruş göstermeleri bir fobi yaratıyor. Ve bu fobi maalesef Türkiye’deki Kürtleri de Türkleri de zora sokuyor. Ve bu anlamda bu fobi depreştikçe işler daha kötüye gidiyor, bozulmaya yüz tutuyor, bozuluyor. Dolayısıyla bizim bir kere toplumu bu fobilerden arındırmamız gerekiyor. Ama bu arınma sözle olacak işler değil, eylemle olması gerekiyor. Bu eylemliklerde ciddi anlamda icraatlar gerektiriyor. Diyarbakır anneleri gibi birçok olay. Yüzleşme dediğimiz şey iki taraflı yapılır. Devlet yüzleşmeye yanaştı, Tayyip Bey’in 2005 12 Ağustos konuşması muhteşem bir manifestodur. Benim halen iliklerime kadar sonsuz bağlı olduğum ve ideal noktasında görmeyi hedeflediğim noktadır orası. Orada büyük devletler hatalarıyla yüzleşen devletlerdir. İnkar ve asimilasyon çözüm değildir’ der. Çözüm daha çok demokrasi ve özgürlüktür’ der ve anayasaya vurgu yapar. Anayasa’da herkesin bu ülkenin vatandaşı olarak kedisini hissetmesinin yaklaşımlarının olmasına ilişkin bir açılım da sunar. Mesele de burada başlıyor”
TÜRKİYE İÇİNDEKİ GRUPLAR DIŞ GÜÇLER TARAFINDAN KULLANILDI
Kurt, Türkiye içindeki grupların, Çözümü istemeyen dış güçler tarafından kullanıldığına değinerek, “Çünkü Kürtlerle sorununu çözmüş bir Türkiye büyük bir Türkiye’dir. Biz büyük bir Türkiye’nin yeniden büyük Türkiye diye ifade ettiğimiz şeyin güzergahını böyle çizdik. O yeniden Büyük Türkiye’de Suriye ile olan ilişkilerimiz söz konusuydu, Ortadoğu İlişkilerimiz söz konusuydu. Bu tek başına Türkiye’de dönen bir meselede değildir. Mısır darbesi, Arap Baharı, Batı’da tarafından reva görülen sonlar bu işin diğer tarafıdır. Yani Ortadoğu’da Batı ile göz göze bakabilecek rejimlerin oluşmasını önüne geçmekle ilgili öncülüğünü yapan Türkiye’nin ayağını kaydırmak ve o duruşu destekleyecek Ortadoğu’daki ülkelerin de Mısır’daki gibi akıbetlerini harap etmekle ilgili bir süreç yaşandı” dedi.
YAŞADIĞIMIZ SÜREÇLER BAŞARISIZLIK DEĞİL!
Yaşanılan süreçlerin başarısızlık olmadığına işaret eden Kurt, “Bu yaşadığımız süreçler başarısızlık değil. Bir şeyi başarmaya çalışmanın neticesinde birilerinin bizim başarmamız için yaptığı operasyonlarla karşılaşmamız halidir. Bunu önce görmek gerekiyor. Bu süreçte bizler de hata yaptık. Kanaatimce söylüyorum. Bu hatalarımız asla taalluk edilen hatalar değil. Çünkü asıl büyük fotoğraf budur. Bunun içinde bizde özellikle güvenlik duygusunu aşırı hissedildi” şeklinde konuştu.
Sait BAYRAM’ın Haberi